“Öyle deme beterin
beteri var.”
Dünyanın herhangi bir
yerinde,
karşısındakini teselli etmeye çalışan
'güzel insan'
kategorisine koyacağımız
kişilerin sarfettiği moral cümlesi.
kişilerin sarfettiği moral cümlesi.
İlk olarak bir Türk'ün kullandığından şüpheleniliyor.
Bazen içiniz sıkılır,
sebebini bilmediğiniz bir şey oturur içinize. Nefesiniz daralır.
O an cigerlerinizi tamamen doldururcasına derin bir nefes alırsınız
ama yetmez.
Pencereye yönelirsiniz,
pencereyi açarsınız. Kış mevsimiyse soğuk yüzünüze çarpar.
Tekrar nefes çekersiniz ama soğuk ya, doyamazsınız. Yine yetmez.
Nefesiniz kesilir. (Burada bir nostalji notu, eskiden pencereyi
açınca bir de kömür kokusu alırdınız kışın, şimdi doğalgaz
yüzünden o da yok. Çevre dostuyumdur ama koku hafızası iyi bir
şey, elimizden gitmeseydi, kömürün doğaya zarar vermeyecek
şekilde yakılmasını bulurdu bu bilim insanları).
Bir süre sonra olmayacağını
anlayıp üşüdüğünüzle kalarak geçersiniz içeriye. Bu kez
vakit geçmez. Teoride 60 saniye süren 1 dakika, pratikte uzun zaman
alır. Aslında aceleniz olmaması gerekir ama o ruh halinden zamanla
kurtulacağınızı düşündüğünüz için zamanın hızlı
geçmesine ihtiyacınız vardır. Geçmez ama işte. Öyle de pis bir
şeydir Murphy kanunları, hiç sektirmez, tıkır tıkır işler.
Bu o kadar kötüdür ki,
sıkıntınızın ne olduğunu -çözümü olmasa bile- bilseniz
sanki içiniz rahatlayacaktır. “Neyim var benim” der durursunuz.
“Derdim ne acaba, içimi sıkan, nefesimi daraltan şey nedir?”
Ah bir bilseniz cevabını, birine açılıp derdinizi
anlatacaksınızdır. Açıldığınız kişi de “Boşver takma
kafana hem beterin beteri var” diyecektir, sizi rahatlatmak adına.
Ama bu cümleyi duymak için
sunacağınız 'dert' yok ortada. Niye bulamıyorsunuz peki
derdinizi? Umduğunuzdan çok derdiniz var diye olabilir mi? Belki de
sandığından çok şey sizi sıkıntıya sokma potansiyeli
taşıyordur.
Açmak lazım bunu.
İşte gidiyorum, bir şey demeden
Öyle ya da böyle bu hayata isteğiniz doğrultusunda gelmiyorsunuz. Çevrenizi seçerek de bu yola çıkmıyorsunuz. Belli bir yaşa geldikten sonra yolunuzu çizmeye başlıyorsunuz. Aldığınız eğitim, bulunduğunuz çevre, iç dünyanız kararlarınızı etkiliyor. Bütün bunlar yaşanırken de tek başınıza değilsiniz elbette. Hayat yolunu beraber yürüdüğünüz, uğruna zamanı geldiğinde endişe duyduğunuz, kimi zaman da onların sizin için endişe duyduğu kişiler var. Aileniz, akrabalarınız, eşiniz, dostunuz, sevgiliniz, tanıdıklarınız, vs...
Bu kişilerle ne kadar içli
dışlı olduğunuza bağlı olarak sizin de yaşadığınız hayat
sayısı kadar artıyor.
Her şeyi bilmek zorunda mıyız?
Her şeyi bilmek zorunda mıyız?
Misal sevgiliniz varsa, onun
ailesi, arkadaşları, huyu-suyu, zevkleri-renkleri hayatınıza
girip, kafanızın bir köşesine yerleşiyor. O konulara dair de
düşünmelisiniz artık. Ailesine dair anlattığı şeyleri
dinlerken, o konu açılınca önceki konuşmaları hatırlatıcı
sözler sarfetmenin yanı sıra siz de kendi hayatınıza dair
detayları ona sunmalısınız mesela. Bu arkadaşlarınız ya
da hayatınıza giren başka kişiler için de geçerli.
Aileniz ise 'zorunlu
arkadaşınız'. İsteyip istemediğinize bağlı olmaksızın
hayatlarının bütün detayları sizin kafanızda. Bilmek
zorundasınız ve en önemlisi o konularda yaşanan sıkıntılarda
bir şeyler yapmanız gerekiyor. Ne kadar çok kişi olursa, bilmeniz
gereken, dinlemeniz gereken, uygulamanız gereken,
üzülmeniz-sevinmeniz gereken şeyin sayısı artıyor.
“Gereken” diyorum çünkü
bu bir seçim değil, zorunluluk! Bu hayata başlarken borçlu
çıkıyorsunuz yola. Sizi bu dünyaya getirenlere karşı
sorumluluklarınız var elbette. E size karşılıksız bir sevgi
sunuyorlar, sevmemenize de razılar ama sevseniz ne olur? (Soru değil
yakarış...)
İşte bu sizin hayatınızda
hali hazırda varolan ve sonradan hayatınıza dahil olan topluluk,
sizin içli dışlı oluş şeklinize göre hayatınızı etkiliyor.
Endişeden bahsetmiştik
oradan yürüyelim. Burada tarihe de not
düşüyorsam bir anlamda kendime dair konuşabilirim. Son zamanlarda yazının başında
bahsettiğim ruh halini yaşıyorum. Var bir sıkıntı ama nedir
bilemiyorum. Mesela yakın dönemde üzüldüğüm, endişelendiğim
şeylere bakıyorum. Kızkardeşim, annem, babam, iki yeğenim, bir
kısım akrabam, bir kısım arkadaşım ve kendim olmak üzere
pekçok konuda endişe duymuşum. Öncelik sıraları o dertlere
alışmam ya da önemini yitirmesine bağlı olarak değişmiş. Ama
hepsi bir şekilde beni meşgul edip, mutsuzlaştırmış. Sonuca
baktığımda ise neredeyse hiçbirinin çözülmediğini görüyorum.
Elimde tek bir avuntu kalıyor bu noktada işte: Beterin beteri
vardır...
Zalım insanoğlu
Zalım insanoğlu
Galiba bana insanoğlunun en
kötü özelliklerinden biri olan 'başkasının kötülüğünden
memnuniyet duyma hali'nin doğal sonucu olan “Beterin beteri
vardır” cümlesini kuracak 'ademoğlu'na ihtiyacım var. İnanmasam
da birinin bana bunu söylemesi gerekiyor. Yoksa bu nefes darlığı
bitmeyecek...
Aslında 'beterin beteri vardır' insanlarına da eğilmek lazım. Düşünsenize her halükarda bir 'beterin beteri var' durumu ortaya çıkabiliyor. İnsan kendi dertlerini başkasınınkiyle kıyaslıyor ve kıyasladığının daha kötü olduğunu anlayınca rahatlıyor. Çünkü 'en beterin' kendisi olmadığını anlıyor.
Peki ya 'beterin beteri' olduğuna karar verilen, yani 'en beteri' ne yapsın? Ya da ona bir şey olursa biz ne yapacağız? Kiminle avunacağız?
Peki ya 'beterin beteri' olduğuna karar verilen, yani 'en beteri' ne yapsın? Ya da ona bir şey olursa biz ne yapacağız? Kiminle avunacağız?
Sezen Aksu-On ay. Müteveffa Onno Tunç'un bir bestesi.
Her gün daha fazla hayran oluyorum Tunç'a.
Her gün daha fazla hayran oluyorum Tunç'a.
Üstteki karalama, 10 Aralık'ta yazdığım yazının ruh halinin devamı biraz da. Etrafımdaki dertliler azalırsa galiba ben o zaman rahatlayacağım. Ama bunun için de zaman gerek.
O da uzun yıllar sürecek gibi. Beklemekten başka çarem olmadığını söylüyorlar,
ben de söz dinliyorum...
No comments:
Post a Comment