Wednesday 29 May 2013

Bir devlet politikası olarak 'Alevi düşmanlığı'



Dış dünyaya gözlerinizi açıp, radarlarınızı o yönde yaşananlara biraz yönelttiğiniz anda yaşadığınız topraklardaki 'falsolar' bir bir gözünüze çarpıyor.      
Doğu toplumlarına has 'tekadamlık' her alanda (siyaset, spor, iş dünyası...) kendisini gösterirken, tebaalarının bu kadar kendilerine destek vermesi sonucu her alanda daha da tahammülfersa adımlar atıyor muktedirler.
Uzun süredir Fenerbahçe'yi yöneten Aziz Yıldırım ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan benzer şekillerde ülkesinde yaşayanlara ve sempatizanlarına 'kulak asmadan' icraatlarını sürdürüyor.
Çünkü ikisi de biliyor ki kendilerinden nefret edenler kadar kendilerine koru körüne bağlı bir kitle var. O yüzden kendilerine bağlı olanlarının -fanatiklerinin- varlığıyla pervasızca hareket ediyorlar.
Son icraatlar: Fenerbahçe Cumhuriyeti'nde Başkan Aziz Yıldırım "Kovdum" diyerek Aykut Kocaman'ın takımdan gönderildiğini söyledi.
Türkiye Cumhuriyeti'nde ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Taksim Gezi Parkı'ndaki ağaçların kesilmesini protesto eden insanlara, "İstediğinizi yapın biz kararımızı verdik" diyebiliyor.
Tamam, bizi umursamıyorlar. Peki mesajları kime?
Aziz Yıldırım'ın konuşulmaya değer olduğunu düşünmüyorum zira herkesin Fenerbahçesi kendine. Kim olursa olsun, ne yaparsa yapsın, senin Fenerbahçe ile kendince kurduğun bağ zaten değişmeyecektir. Günün birinde Aziz Yıldırım da gidecek sonuçta...
Ama Türkiye toprakları içerisinde yaşadığımız, varımız yoğumuz, en olmadı köklerimiz burada olduğu için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın söylemlerine kafa yorabiliriz. Sonuçta bunlar bizi bağlıyor.

Kartal Devlet Hastanesi, Yavuz Sultan Selim Hastanesi olunca...
2002 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti'nin 'en yetkili' kişisi olan Erdoğan, son icraatını yaparak bir Osmanlı Padişahı, bir İslam Halifesi edasıyla 3. köprü açılışını yaptı. Tarih olarak da sembolizme kafayı takmış bir iktidar olduklarından İstanbul'un Fethi'nin yıldönümü olarak 29 Mayıs'i seçtiler.
Kesilecek ağaçlar zaten kendisi için önemli olmadığından, Başbakan mesajlarına devam ederek Başkanlık sistemi olmasa da birnevi Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe taraftarına yaptığı gibi 'tekadamlık'ıni haykırırcasına hareketlerde bulundu.
Gezi Parkı için "Biz kararımızı verdik ne yaparsanız yapın" diyen Erdoğan ile taraftarına "Oğlum isterseniz kıçınızı yırtın, ben ne dersem o olacak" diyen Aziz Yıldırım arasında pek bir fark yok yönettiği kitlenin mensuplarına tavırları gözönüne alınınca.
İkisinin de umurunda değiliz.

Sunniler hep kayiriliyordu ama...
Başbakan bizi umursamıyor ama umürsadığı bir kitle var mı acaba?
Uzmanlara göre var. 3. köprüye verilen isimde mesaj net: Yavuz Sultan Selim... Dahi Hükümdar olarak adlandırıldığına kimi kaynaklarda şahit olsak da Selim'in asıl dünya tarihine geçmesine neden olan hareketleri ve butun kaynaklarda mutlaka yer alanlari elbette ki fetihleri ve katliamları. Bu katliamların önemli kısmının hatta ezici çoğunluğunun ise 'Alevileri kılıçtan geçirmek' olduğunu da saklamak mümkün değil. Yaptiginin zulum oldugu konusunda 'aykiri' beyana rastlayamiyoruz. "Ama su yuzden yapti" da gecerli ve yeterli bir sebep degil bu arada.
Peki aslında 'reddi miras' yapılması gereken bu tavırlara neden bir ülke sahip çıkar ve ülkesinde yaşayan vatandaşlarına bu anıları hatırlatır?
Misal İstanbul'da yaşayan Alevi vatandaşların önemli bir kısmının ya da tersinden söylersek orada ikamet edenlerin önemli bir kısmının Alevi olduğu Kartal'da neden Devlet Hastanesi'nin adı birkaç sene önce 'Yavuz Sultan Selim Devlet Hastanesi' olarak değiştirilir? 
Bu eylemin ardından açılım yapılsa da bunların göstermelik olduğunu zamanla anladık. Üçüncü köprünün yapılacağı alanın bir kısmı ise Sarıyer ilçesi sınırları dahilinde. Bu ilçe de genelde Karadenizli insanların yaşadığı bir bölge. Karadeniz'de pek Alevi olmadığını söylersek burada Başbakan'ın başka bir yere mesaj verdiğini söyleyebiliriz.
Geçtiğimiz günlerde açıklanan bir raporda Türkiye'de Sünnilerin kayırıldığı açıklanmıştı. Araştırmayı (BBC Turkce, 21.5.13 / Ilhan Tanir / http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/05/130521_dini_ozgurlukler_raporu.shtml) ilk okuduğumda "Yeni mi öğrendiniz, günaydın" diyesi oldum ama şimdi dönüp bakınca rapor anlam kazandı benim için.
Bir süredir Suriye'de devam eden karışıklık / savaş / katliam / dramın gelecekte yaratacağı sıkıntılardan bahsedilirken ana konu 'Alevi-Sünni' çatışmasının yakınlarda bolgeyi saracagina gelip dayanıyordu. Tabii bu çatışmanın yanıbaşımızda olmasından ötürü Misaki Milli sınırları içerisine sıçramasının kaçınılmaz olduğu da dillendiriliyor. Uzmanlar ve analistlerin bu tahminleri günden güne hızla ilerlediğimiz bir buhranı haber verirken köprü temel atma törenindeki seçimle Türkiye bir kez daha tarafını seçmiş oldu. Türkiye yine nerede durduğunun bir önemi olmaksızın safını 'Alevilerin karşısındayız' olarak belirledi. Yani olasi catismada -Allah korusun- kopruye adini vererek mirasina sahip cikan Turkiye Cumhuriyeti hukumetinin, icraat olarak da Yavuz Sultan Selim'in devamini yapmayacaginin garantisini kim verebilir? Ulke tarihimizde ayiplarimiz saymakla bitmezken, yaptigimiz tek sey gecmis icin ozur dilemek yerine, mirasimizi sanli bir tarihmis gibi sahiplenerek 'sopa' olarak yeni nesillerin tepesinde tutmak oldu.
Anlaşılan yıllar geçtikte bazı şeyler hiç değişmeyecek. Devlette devamlılığın esas olduğu söylenir. Demek ki sözkonusu nefret olunca da devamlilik esasmis! 
Alman General Otto Van Bismarck'in unutulmaz sözü zaten siyasetçileri neden sevmememiz gerektiğini bize anlatıyordu da bugün bir kez daha hatırlamanın zamanı olduğunu düşünüyorum: "Sosis ve siyasetin nasıl yapıldığını bilenler geceleri rahat uyuyamazlar..."
Bu kadar 'kin dolu ve yönettiği kitleye düşman gibi davranan' kişiler rahat uyuyamıyordur umarım. Tek yapabildigimiz bunu ummak zira.