Wednesday 30 December 2009

O bir Şampiyondu; Sabırlı. (vol. 2, 2006)

Eylül ayında Sabırlı'nın vedasının ardından bir yazı yazmıştım. Ve o yazıda şampiyonun 2005 yılında koştuğu bazı koşuların videolarını paylaşmıştım. 2005'in ortalarına doğru Ribella - Sabırlı rekabetinin kızıştırıp, 2006 yılındaki yarışlar için borçlanmıştım. Borcumuzu seneye bırakmadan ödeyelim.



Sabırlı 2006 yılını Dubai'de açtı. 19 ocak'taki şanssız ilk koşusunun ardından 9 şubat'ta Halis Karataş'la rakiplerini alt etti. 9 atın katıldığı 1600 metre mesafeli koşuda Arjantin atı 'blue on blues'u geçen Sabırlı 78 bin dolar'lık ödülün sahibi oldu. Ardından soluğu İstanbul'da alan sabırlı 2005'te olduğu gibi yine Akındayım'ı geçip Fikret Yüzatlı kupasını kazandı...

Haziran ayında İstanbul Ticaret Odası koşusunu zorlanmadan kazanan Sabırlı, 9 Temmuz'daki Enternasyonel Adnan Menderes koşusunda ezeli rakibi Ribella ile buluşur. Ribella sonlarda herzamanki gibi kuvvetli geliyor. Son metreler spikeri de şaşırtıyor..

Ağustos ayında Fatih Sultan Mehmet koşunu kazanan Sabırlı, 10 Eylül'de Enternasyonel Topkapı koşusunda yine Ribella ile karşılaşır. İstanbul'da son dört yarışını kazanan Sabırlı birinciliklerine bir yenisini ekleyebilecek midir? yoksa Ribella Adnan Menderes yarışının rövanşını alabilecek miydi?

Ve Sabırlı adına 2006'nın kapanışı.. 1 Ekim Marmara koşusu. Rakip yine Ribella, yer yine Veliefendi.. G3 yarışta ender rastlanan bir mücadele var. Rakiplerinden ayrılan iki şampiyon yaklaşık son 200 metreyi tek at gibi geçiyorlar. Ali Kayakıt'ın keyifli anlatışıyla bu eşşiz kapışmayı izleyelim..

Sabırlı'nın 2006'daki bazı önemli yarışlarını ve Ribella ile olan mücadelelerini hatırladık. Bir sonraki yazıda 2007'den koşularla buluşmak üzere.

Sunday 27 December 2009

kılap nedir?

a) Beyaz gömlekli, kirli sakallı ağır abilerin dans konusunda maymunlaştığı yerdir.

b) Süslü - püslü - topuklu ablaların, a şıkkında tarif edilen abilerce kiralanan loca ya da standların diğer kılabırlarca çizilmiş sınırlarında arzı-endam eylediği alandır.

c) İçeri alınmak için bir takım yeterliliklere sahip olunması gereken yoksa kapıda duran ve "the world's strongest man" yarışmasından seçilen kişilerce geri çevrilmeniz banko olan mekandır.

d) Resmi içeceği; locaların ya da standların ortasında kendine ayrılmış özel bölmede takılan votka, resmi müziği de dj'lerin ne idüğü belirsiz remikslerinden ibaret olan yerdir.

e) Hepsi.

Monday 21 December 2009

tarihte bugün.. 21 aralık 1986

Şampiyon arap atı Tunca yarış hayatında ikinci kez start alıyor. 1986'nın kasımı'nda İstanbul'da ilk yarışını koşup kazanan efsane at, 21 aralık'ta İzmir'de yine favori ve yine kazanıyor. 1987 yılında bütün önemli koşuları kazanan Tunca hiç geçilmemiştir.

Sunday 13 December 2009

İki dörtlük...


Bu zamanda az dostun olsun daha iyi,
Herkesle uzaktan hoşbeş edip geçmeli.
Can gözünü açınca görüyor ki insan,
En büyük düşmanıymış en çok güvendiği.

***

Ne yazık, pişmiş ekmek çiğlerin elinde,
Ne yazık, çeşmeler cimrilerin elinde.
O canım Türk güzeli kömür gözleriyle,
Çaylakların, uğruların, eğrilerin elinde.

Ömer Hayyam

Friday 11 December 2009

Külhanbeyi!

"Hakeme kötü bir şey söylememek için formamı yırttım sinirimden" Mustafa Sarp, Galatasaray Futbol Takımı oyuncusu.
"Peki bu resimde ne yapmaktasın?" buribaker, müştemi-latte yazarı.

Tuesday 1 December 2009

Tribünlere oynamaya soyunmak

Beşiktaş'ın başkan adayı Murat Aksu'nun Hürriyet'e yaptığı açıklamalar, 1 aralık 2009 günü, gazetenin spor sayfasında okuyucuyla buluştu. Aksu özetle, her başkan adayı gibi tarihe geçecek hizmetler için göreve soyunduğunu, hiçbir şeyden korkmadığını, Beşiktaş'ın kötü yönetildiğini ve her geçen gün kötüye gittiğini belirtiyor. Bu noktaya kadar anormal bir şey yok. Alıştığımız vaatler. Yalnız şu alıntıladığım talihsiz açıklama çok düşündürücü:

Sunday 29 November 2009

Cemiyet-ti artık!

Habertürk tv'de,cumartesi akşamları yayınlanan "HT Kulüp" programının metin yazarı/ları sözüm size;

programda kullanılan bütün cümleleler "Cemiyet" diye başlıyor ve ya "hayatının seçkin simaları" ya da "hayatının önde gelen isimleri" diye devam ediyor. iki dakikalık bir bant içinde 8-10 kere "cemiyet hayatının önde gelen isimleri" - "cemiyet hayatının seçkin simaları" ifadelerini duymak, travmatik sonuçlar doğuruyor. Bant bitince, sunucu olan hanımefendi de bir sonraki bantın tanıtımına yine aynı cümlelerle başlıyor. Durum böyle olunca da seyirci ikrah getiriyor. Türk Dil Kurumu sözlüğünden cemiyet yerine ikame edilebilecek bir öneri yapalım: "Yüksek Sosyete".

Programın Habertürk internet sitesinde yer alan tanıtımı da tamamen anlamsız bir cümleden oluşmakta, akşam da akaşm diye yazılmış. şöyleki;

"Cemiyet hayatının seçkin simaları, iş dünyasının önde gelen isimleri ve sanatın gerçek temsilcileri "HT Kulüp" Leyla Lidya Tuğutlu'nun sunumu ile Cumartesi akaşmları 22:05'te Habertürk'te..."


ne dersiniz, programın metin yazarları bu tanıtımı da yazmış olabilir mi?

Tuesday 24 November 2009

iznik çinisi - Türkiye çivisi

"Başbakan Erdoğan, Obama'ya hediye olarak İznik çinisi yerine, çıkarmaya çalıştığı Türkiye'nin çivisini götürecektir."

Devlet Bahçeli, 24 kasım 2009, 10.40

Thursday 19 November 2009

kapanışı uruguay yaptı


Dünya kupası vizesi alan son takım Uruguay oldu. Montevideo'daki rövanş maçı kıran-kırana geçti. İlk maçı Lugano'nun golüyle 1-0 kazanan Uruguay,ikinci maçta kontrolü elinde tuttu. Kaptan Lugano her kornerde ve duran topta gol aradı. sayısız kere yerlere düştü/düşürdü. Maçın çok sert geçtiğini de belirtelim. Uruguay adına aranan gol 70'de geldi. 65'te oyuna giren Sebastián Abreu, kafayla ağları havalandırdı. Uruguaylılar golü uzun süre kutladı. Golü yiyene kadar rakip kaleye fazla yaklaşmayan Kosta Rikalılar yemin bozup, atağa geçtiler. Uruguay için tehlike çanları fazla çalmadan da golü buldular. Walter Centeno takımını umutlandırdı. Hatta Alvaro Saborio son anlarda müsait durumda iyi vursa,umutlar sevince de dönüşebilirdi ama Massimo Busakka'nın son düdüğüyle havalara uçan taraf Uruguay oldu. Dünya kupasının ilk evsahibi/kazananı Uruguay,ilk kez Afrika kıtasına taşınan heyecanda yerini ayırttı.

Wednesday 28 October 2009

Thursday 22 October 2009

Ahmet Kaya - Resitaller 1

Valla Milan her yerde Milan'dır demek lazım...
21 Ekim 2009, Santiago Bernabeu, Real Madrid 2 - 3 Milan

Thursday 15 October 2009

çok fonksiyonel emekli cebi




















* Hüviyet ve bir miktar para(tabii varsa) opsiyonel.

Önemli not: Koşarken, karşıdan karşıya geçerken bir el, kati suretle bu cebin üzerinde olmalıdır.

Monday 12 October 2009

Altan Tanrıkulu komedisi..

Aşağıda,Fenerbahçeli Alex düşmanlığı ile ünlü Altan Tanrıkulu'nun 2009 yılında Hürriyet'te yazdığı yazıların bazılarından alıntılar bulacaksınız. Herkesin Fenerbahçe'nin başarısını ve Alexin -herzamanki- üstün performansını övdüğü bu günlerde maalesef!! Altan Tanrıkulu'nun değerli yazılarını göremiyoruz.

Aşağıdaki yazılara geçmeden, yazılanlara ilişkin ufak notlar eklemek isterim:
*Bu yazı zaten Alex'e yapılan haksızlıklar üzerine derlenip,toparlandı. Bu yüzden Alex'le ilgili,hakaretamiz yazılara değinmeyeceğim,yorum okuyanlarındır. Zaten pek bir şey söylemenin de anlamı yok gibi.

*Tanrıkulu, yazılarının çoğunda ısrarla Gökhan Emreciksin'in Fenerbahçe'ye alınmasını vurgulamış,alındıktan sonra da Alex'in yerine sahaya sürülmesine değinmiş. Fakat daha sonra oyuncunun kötü performansı kendisini hayal kırıklığına uğratmış.

*Alex'i beğenmeyen Tanrıkulu, Trabzon'da varlık gösteremeyen Alanzinho'yu göklere çıkarmış, sezonun yarısını sakat geçiren ve artık gece hayatı ayyuka çıkmış Yattara'ya methiyeler düzmüş. Ancak 5 buçuk sezondur hiç bir kötü olayla anılmayan Alex, Tanrıkulu tarafından ağır hakaretlere uğramıştır.

*Alex'e sürekli alternatif arayışında olan Tanrıkulu'nun son keşiflerinden biri de şuan Bayer Leverkuzen forması giyen, Brezilyalı Renato Augusto'dur. Leverkuzen'de ikinci sezonunu geçiren Augusto, şu ana kadar Bundesliga'da çıktığı 39 lig maçında 2 gol atabilmiş. Brezilya A milli takım forması ile de tanışıklığı yoktur. Alex'le aynı mevkide oynuyor,10 numaralı formayı giyiyor,yaşı da 21. Tanrıkulu belki, tekrar yazı yazmaya dönerse, Alanzinho,Yattara ve Augusto hakkında da hayal kırıklığına uğradığını söyleyebilir.

Bahsettğimiz yazılara bakalım; özellikle 14 şubat'taki talihsiz ve gereksiz yazıya dikkat..



31 ağustos tarihli yazıdan alıntı

Kazandıran adam!

Alex varken F.Bahçe Alex kadar oynuyor da ondan. Alex hazır değildi, sakatlıktan yeni kurtulmuştu. İlk onbirde oynamamalı, maç kötü giderse oyuna girmeliydi. Ama dün ilk onbirde oynadı. Rahat kazanılabilecek bir maçta Fenerbahçe çok zorlandı.
Sezon başından beri az atsa da çok atsa da Fenerbahçe'nin oynadığı futbolu ve girdiği gol pozisyonlarını hatırlayın. Bir de dünü.

Alex varken

Daum mu istedi Alex'i ilk obirde oynatmak yoksa başkan Yıldırım mı? Sanmıyorum... Çünkü onun sözü şampiyonluk üstüne. O zaman kim ısrarcı Alex'in hazır olmadan ilk onbirde oynaması konusunda. Tabii ki Alex.
Alex için, Fenerbahçe kaptanı için kendisinin imza atması, kendisinin ilk onbirde olması, kendisi varken maç kazanılması, gol atması, asist yapması daha önemli, kimse kusura bakmasın..
Alex, Alex'e saygı duyuyorsa, kaptanlık bandını takacak kadar Fenerbahçeliliği özümsemişse, Daum'a gidip, “Beni ikinci yarı kullan” demeliydi. Mehmet Topuz Türkiye'nin en güçlü orta saha oyuncularından biri. Savaşan Fenerbahçe için alındı. Özer'in Ankaraspor'daki performansını sanırım Daum bilmiyor ya da Aykut Kocaman'a sormuyor. Savaşan Fenerbahçe'de Semih'e de yer yok Alex varken...
Daum'un kredisi var tabii. Ama eskisi kadar değil... Çünkü kurulan takım, açıklanan hedefler bu kez daha büyük.. Alex için Alex Fenerbahçe'den daha önemli... Daum için öyle olmamalı. Yoksa zararını Fenerbahçe görür. Geçen yılki Hacettepe maçını hatırlamak yeterli. 3 gol atmıştı Alex, 7-0 kazanılmıştı maç. Fenerbahçe ligi kaçıncı bitirdi, Avrupa'da ne yaptı iyi düşünmek gerek.
Emre için birkaç satır yazmak doğru olmaz. Onu cumartesiye bırakıyorum... "


4 haziran tarihli yazıdan alıntı:

"Fenerbahçe'nin güçlü bir kadrosu var. Ama Alex'e endeksli bir takım olgusu sadece başarısızlığı değil açmazları da beraberinde getiriyor. Alex'in sezon içinde çok kritik 15 maçta forma giymediği unutuluyor, Trabzon'da attığı gol gündeme geliyor. Oyun içinde savunma ve ikili mücadele konusundaki yetersizliği önemsenmiyor, orta sahadan takip ederek golü atması ön plana çıkıyor. Fenerbahçe herkesin alkışladığı bir futbolla Beşiktaş'ı İnönü'de yenerken Alex yoktu, ama oyunun ikinci yarısında kroki duruma düştüğü İzmir'deki finalde Alex 90 dakika sahadaydı. 4-1'lik Galatasaray maçı, 2-0'lık Ankaraspor galibiyeti, Londra'daki Arsenal beraberliklerinde de Alex sakattı.

Hedefini büyütmeli

"Fenerbahçe tarihinin en başarılı yabancısı Alex. Ama sırf bu yüzden 40 yaşına kadar oynayacak hali yok. Artık ayakları beyninin her isteğini yerine getiremiyor.

Alex'in vazgeçilmez olduğunu savunan çoğu kişi, "Tuncay, Anelka, Appiah, Aurelio gibi yıldızlar olsa böyle olmazdı" diyor. Oysa Aurelio hariç bu isimler yokken de başarılıydı Fenerbahçe. Ama 5 yıldır sistem hep Alex'in üzerine kuruldu. Gelen her yıldız Alex'e sağladığı uyum oranınca başarılı oldu."


31 mayıs tarihli yazıdan alıntı:

"3 gün önce Roma'da Barcelona-Manchester United finalini izledikten sonra Türk futbolunun gerçek eksiğinin ne olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.

Fenerbahçe bu ligin en güçlü takımıydı. Ama üç kulvarda yarışmayı kaldıramadı. Takımın kilit oyuncusu Alex yaşlı ve temposuz. O oynadığı sürece istatistiklerini ilerletirken Fenerbahçe zaman kaybetti. Dün geceki maçta takımının ilk golünü atıyor olması ve galibiyetteki payı onu taraftarın gözünde çok değerli kılmaya devam edecek belki. Ama sezon içinde söylediği sözler iyi analiz edilmez, Alex'in dünyasında kalınırsa Fenerbahçe gelecek sezonu da kaybedebilir.

Sabırlı, akıllı ve tempolu oynayan ama oyuncu kalitesi Fenerbahçe'nin gerisindeki Beşiktaş iki kupayı da kazandı. Alex sezon içinde, "Ben hücumda etkili bir oyuncuyum. Benden top kapmam, adam kovalamam beklenmemeli" demişti. Bu işi yapacak başka oyuncular olduğunu söylemişti. Oysa dünya futbolu başka yöne gidiyor. Alex artık geride kalan bir devrin yıldızı.

Fenerbahçe yönetiminin Renato Aguosto gibi oyuncularla ilgilenmesi, yönetimde sağduyulu olduğunun göstergesi."


26 nisan tarihli yazıdan alıntı:

Messi-Alex farkı

"Dünyanın bir numaralı kulübü, deyince herkesin kafasından başka bir isim geçebilir.. Benim için Barcelona'dır mesela.. Barça'nın yıldızı kim, Messi.. Fenerbahçe'nin yıldızı kim, Alex.. Messi bu sezon ligde 28 maç oynamış.. Kupada 7, Şampiyonlar Ligi'nde 9 kez forma giymiş. Toplam 33 gol atmış.. Yazın Olimpiyatlar'da oynaması ve kazandığı altın madalya cabası.. Ayrıca her milli maç dönemi Arjantin kadrosuna katılıyor.

Peki Alex? Milli Takım boşluklarında dinleniyor.. Türkiye Kupası'nda dinleniyor? 5 haftada bir kasığından sakatlanıyor.. O oynasa da oynamasa da Fenerbahçe Galatasaray'a kaybetmiyor.. O varken Hacettepe, Belediye, Gençlerbirliği, Ankaragücü'ne kaybetti.. Kiev'e gol atamadı..

Yanlış anlamayın.. Alex Fenerbahçe'nin şu anda en büyük yıldızı, en önemli kozu, futbol zekası en yüksek oyuncusu.. Ama teknik direktörü Aragones, yıldızı Alex olan bir takım "Dünyanın en büyükleri arasına girmeyi" hedeflememeli.. Kendi ülkesindeki zaferlerle yetinmeli.. Yönetime mesajım açık.. Ya insanları boşuna umutlandırmayın ya da adımlarınızı söylemlerinize uygun atın.. "


18 nisan tarihli yazıdan alıntı:

"Alanzinho için çok fazla şey yazmaya gerek yok. Seyir zevki veren, her şeyiyle rakibi bunaltan ve ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir oyuncu. Ona "12 trilyonluk maskot" diyenlerle onu Norveç'ten bulup getiren kişilerin aynı şehrin başarısını düşündüğünü, kusura bakmayın düşünemiyorum.. Bırakın değerlerinizi kötülemeyi de Yattara ve Alanzinho'nun keyfini sürün."

14 şubat tarihli yazının tamamı:

Fener kaptanı

"FB TV'de Fatih Demirkol'un hazırlayıp sunduğu "Kaptan Köşkü" programında konuşan Alex, İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçı bitmeden Güiza ile birlikte soyunma odasına gitmesiyle ilgili olarak şunları söyledi:

"Biz oyundan çıktığımızda takımımız 1-0 mağluptu. Hala oyunu döndürme şansımız vardı. 85'te 2. gol gelince, kendi inisiyatifimizle soyunma odasına gittik. Çünkü maç kopmuştu. Artık geriye dönüş yoktu. Zaten o dakikaya kadar yedek kulübesinden takımımıza destek vermeye çalıştık. Herhangi bir tavır söz konusu değil. Ne yazık ki, işler kötü gittiğinde bu tür haberler çıkıyor. Yenilmeseydik, bunların hiçbiri konuşulmayacaktı. Kötü sonuçlardan sonra dünyanın her yerinde bu tür haberler çıkıyor. Türkiye gibi futbolun önemsendiği ve futbolla yatılıp, futbolla kalkılan bir ülkede kötü sonuçlardan sonra bu tür yorumların olması da normaldir. Bizim, takım olarak yapmamız gereken, 2-3 haftada sonuçları normal hale getirerek, bu tür haberlerin çıkmasını engellemektir."

Kaptan kulübeyi terk etmez

Fenerbahçe Kaptanı Alex bu sözleri hem de "Kaptan Köşkü" programında söylemiş.. Fenerbahçe kaptanlığı önemlidir Alex. Bir kaptan ne olursa olsun senin yaptığın davranışı yapmaz. Kulübeyi terk etmez, terk eden arkadaşlarını en sert şekilde uyarır. Kaptanlık, sözleşme yenilenme zamanında kulüp üzerinde baskı kurmak değildir.. Herkesten fazla para almaya çalışmak değildir.. Hakemlere işini öğretmeye kalkmak değildir. Takım yenilirken soyunma odasına giderek teknik direktörü protesto etmek değildir..

Demişsin ki: "Biz oyundan çıktığımızda takımımız 1-0 mağluptu. Hala oyunu döndürme şansımız vardı. 85'te 2. gol gelince, kendi inisiyatifimizle soyunma odasına gittik. Çünkü maç kopmuştu. Artık geriye dönüş yoktu."

Alex, öncelikle sizin kulübeye gittiğiniz an maçta 80. dakikaydı.. Ayrıca geçen sezonki Belediye maçını hatırlıyor musun? 84.dakikada Fenerbahçe 2-0 yenikti. Edu ve Deivid'in golleriyle maç 2-2 bitti. Üstelik rakip 11 kişiydi. Yani Fenerbahçe gibi bir takımın maçı çevirebilmesi için 10 dakika çok ama çok yeterli bir süredir. Buna inanmayabilirsin.. Çünkü sen 2-0'dan 2-2'nin yakalandığı o maçta oynamamıştın.. Belki de 3-0'dan döndürülen Galatasaray ve Gaziantepspor maçlarından da haberin yoktur. Ya da 6-0'lık maçta Fenerbahçe'nin 30 dakika 10 kişi oynadığını da bilmiyorsundur.

Baskı kurup imza attın

F.Bahçe taraftarı seni çok seviyor Alex. Ama dünyada bu kadar büyük ekonomik kriz varken, başkanın aday olup olmayacağı bile belli değilken, takım Avrupa'da büyük hayal kırıklığı yaratmışken, senin dışında 9 arkadaşının daha sözleşmesi biterken sen, kaptan Alex, kulüp üzerinde baskı kurup imza attın.. Şimdi de kalkıp "Hedefim Aykut Kocaman'ın rekorunu kırmak" diyorsun.. Eğer Fenerbahçe'nin kaptanıysan, hedefin o formayla bir Avrupa Kupası kaldırmak olmalı Alex. Bireysel rekorlar peşinde koşmak değil..

Benden sana bir tavsiye.. Önce Marcel Desailly'nin "Kaptan" adlı kitabını oku.. Ardından Lefter ve Can Bartu'yla F.Bahçelilik hakkında sohbet et. Ondan sonra "Maç kopmuştu, artık geriye dönüş yoktu" sözlerini yorumla!"


6 şubat tarihli yazıdan alıntı:

"Ama Alex artık eski Alex değil.. Dünkü müthiş gollerine karşın fikrimde bir değişiklik yok.. Bu takım UEFA Kupası'nı kazanmak ya da Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finalin ötesine gitmek istiyorsa Alex'in "ayağına bakan" bir takım olmaktan kurtulmalı.."

2 şubat tarihli yazıdan alıntı:

"Alex çok ağır.. Önüne atılan toplara koşarken, 5 metre arkasından gelen rakip topu ondan alıyor.. Harika golüne karşın dün sahanın en etkisiz isimlerinden biri.."

26 ocak tarihli yazıdan alıntı:

"Fenerbahçe'nin gol umutları ise Güiza ve Alex.. Ve tabii ki duran toplar.. Güiza, rakip takımın stoperi gibi.. Alex ise "Nasıl olsa 40'ına kadar oynarım bu kulüpte" havasında.. Biri beceriksiz, diğeri ağır.. Ama ikisinin de gücü yok.. Dünya futbolunun gittiği yerin tersine bir kulvardalar.. Onlar bu kadar formsuz oldukları halde sahadayken, rakibin altını üstüne getirebilecek, bazuka gibi şutlar çekebilecek Gökhan Emreciksin tribünde seyirci.. "

"Rekabet olmazsa, Güiza kaleye şut atmadan, Alex yürüyerek o formayı alırsa, Fenerbahçe'nin maç kazanması ya rakibin 10 kişi kalmasına ya da duran toplara kalır.. Benim tanıdığım Aragones adı-sanı ne olursa olsun "formda olmayana" forma vermez.."

8 ocak tarihli yazıdan alıntı:

"Fenerbahçe'nin ikinci önemli problemi Alex.. Alex'ten vazgeçmek kolay değil.. Hem de takım kötü oynarken, skora ihtiyaç duyarken hiç kolay değil.. Ama Alex bu tempoda oynadığı sürece Fenerbahçe'nin kolay maç kazanması da pek olası değil.. Çözüm basit ama uygulaması zor.. Alex'le oynarken, Alex'siz günlerin hazırlığı yapılıyor gibi.. En kötüsü de büyük yıldız bunun farkında.."

3 ocak tarihli yazının tamamı:

bir teklifim var!..

"YENİ yılın ilk saatleri televizyonda zap yaparken gördüm seni.. Bir anda gözüm takıldı ekrana.. Ürgüp'te, eşin ve Samet'le birlikte balona biniyordun.. Eşine sımsıkı sarılmıştın..

46 kez Brezilya Milli Takımı'nda oynamak, kaptanlığını yapmak, iki kez Brezilya'da 'yılın futbolcusu' seçilmek, 2004 yılındaki Copa Amerika'nın 'en iyi futbolcusu' ve 'asist kralı' olman aklımda. Fenerbahçe'deki muhteşem performansın.. Şampiyonlar Ligi'nde asist kralı oluşun, 102 yıllık kulüp tarihinde gol kralı olan tek yabancı futbolcu unvanına erişmen..

Bir Türk gibi, büyük bir saygınlıkla Fenerbahçe kaptanlığını yapman.. Kendine özel tribünün olması.. Düşündüğünü, doğru bildiğini çekinmeden söylemen, senin adını duyduğumda ilk akla gelenler..

Yerli-yabancı bütün ülkenin futbolcuları tarafından, 'en değerli yabancı' gösterilmen.. Dünyanın gelmiş geçmiş en önemli yıldızlarından Hagi'yle kıyaslanacak kadar görkemli istatistiklerin..

Samsunspor'a sağ ayağınla attığın o muhteşem gol.. CSKA filelerini bulan o füzen.. İnter maçında Deivid'e verdiğin gol pasının öncesinde attığın inanılmaz çalım.. Hemen hepsinde skora etki ettiğin Galatasaray maçları.. İnönü'de Rüştü'ye düşe kalka attığın gol..

Geldiğinden beri basına verdiğin her karede inanılmaz görüntü sergilemen.. Saygınlığın, eşine bağlılığın, özel hayatındaki dengen.. Adamlığın.. Kendine bakman.. Profesyonelliğin.. F.Bahçeliliğin.. Alex de Souza, dendiğinde hiçbir zaman unutulmayacak özelliklerinden birkaçı sadece..

* * *

Benim için, sadece benim için değil, taraflı-tarafsız bütün futbolseverler için 'bir değersin' sen.. Zor günlerinde, bütün arkadaşlarının kenetlenip sana gol attırmaya çalışmalarına neden olacak kadar takım içinde sevilen birisin..

Her an, her pozisyonda sahadaki her futbolcunun yerleşimini hissedebilecek kadar zekisin.. Ve hepsinin ötesinde, gerçek bir "lidersin" Fenerbahçe için..

Evet Alex.. Bir aydır sert bir şekilde seni eleştiren biri olarak.. "Barça olmak için Alex'siz bir düzen gerek" diyen biri olarak.. Sana bir teklifim var.. Bu kulübün tarihine geç.. Sözleşmeni uzatıp uzatmamandan çok Fenerbahçe'ye verebileceklerini düşün.. Muhteşem kariyerinin aşağı doğru inmesine izin verme. Takımın kaptanı, beyni, tribünlerin sevgilisi olarak; F.Bahçe'nin geleceğinde yer al!

Hakan Şükür'ün yapmadığını yap. İstersen Fenerbahçe'yle sözleşmeni uzat.. Bir ya da iki yıl.. Ama, yeni bir takım kurulması için geri adım at. 'Yedek oturmayı' baştan kabul et, hatta 15-20 dakikalık süreleri göze al. Türkiye'deki ve dünyadaki genç yetenekleri kulübüne kazandıracak bir beyin ol.. Onlara; Gökhan, Özer, Sercan gibi gençlere, aklını kullanmasını, topu koşturmasını öğret.. Rakiplerinizi çözecek taktikler üret, teknik direktörünün sağ kolu ol..

Başkana git ve "Ben Alex de Souza.. Bu takımın Alex'li ya da Alex'siz çok daha iyi noktalara gelmesi için, Kiev gibi takımlara elenmemek için, Fenerbahçeliler'in en büyük hayali Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu için elimden geleni yapmaya hazırım" de..

Futbolcudan, kaptanlıktan, yıldızlıktan öte bir adım at Alex.. F.Bahçe'nin Beckenbauer'i ol.. "


Saturday 10 October 2009

Beklemedeyiz

"Ermenistan maçından sonra yönetimle görüşecek ve kararımı vereceğim. Başta sayın başkanımız Mahmut Özgener ve Levent Kızıl olmak üzere tüm yönetim kurulumuzun bugüne dek hep takdirle karşıladığım ve sözünü ettiğim desteklerini gördüğümü ifade edeyim. Onlarla görüşmeden bir karara varmam aramızdaki dostluk ilişkisine saygısızlık olur. Onlarla görüşmeden kararımı açıklamayacağım. Sadece A milli takımda değil, tüm milli takımlarda başlamış devam eden ve başlama aşamasında bir çok projemiz var. Yönetimin devam etmem yolunda açıklamaları var, benim ülkeme kupa sözüm var, dışarıdan gelen teklifler var. Tüm bunları değerlendirirsek bu ay Ermenistan maçı sonrası ikinci yarısında kararımı vereceğim..." Fatih Terim

Thursday 8 October 2009

Zartını-zurtunu ve zımbırtı

Star tv'de yayınlanan futbolig programının 4 Ekim pazar tarihli yayınında; Selçuk Yula, Bilgin Gökberk'e sesleniyor:
-Sen Avrupa futbolunu benden daha iyi bilirsin. Milanını, Juventusunu, zartını, zurtunu..

7 Ekimde CEBIT fuarını ziyaret eden Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım:
-Şu anda cep telefonu şirketlerimiz abonelerin taleplerini karşılayamıyor. Süratle o yan tarafına takılan zımbırtılardan imal etmeye çalışıyorlar. Adı aklıma gelmedi,neyse o internete girmek için,'modem,seyyar modem' diyorlar.'vın-mın' birşeyler diyorlar.

Saturday 3 October 2009

Dünyamız detay

Televizyonla yaşayan bir insan olduğum için kumandamdaki 'kanal ileri-geri' ve 'ses açma-kısma' tuşları en çabuk bozulan, deforme olan tuşlar olmuştur. O tuşları eskiten olay benim zapping yapmamın şiddeti değil sürekliliğidir zaten. İşte o esnada ne zaman BBC World ya da BBC Prime'a gelsem bir durur 2-3 dakika izlerim. Fazla Britiş konuşsalar da, ekranın görüntüsü, yazılar, geçişler, vesaire beni cezbetmiştir her zaman. Ve hep kendime sormuşumdur çok mu zor bizde neden böyle kanal yok diye. Geçtiğimiz yaz artık aynısı olmasa da ona benzer bir kanalımız olduğunu öğrendim : TRT Türk. Görüntü şahane, programlar mükemmel, stüdyo zaten kelimelerle anlatılamayacak cinsten. Ancak benim değinmek istediğim konu başka. Ben onca şahane program arasından bana kalırsa en güzeline değinmek istiyorum. Programın adı 'Dünyamız Detay'. Haftaiçi her gün saat 14.10 ve 18.10 da canlı olarak yayımlanıyor.


Hayranlık duyulması gereken nokta programı sunan kişi veya kelimelerin kifayetsiz kalacağı stüdyo değil. Benim gıpta ettiğim kişiler o programın içeriğini hazırlayanlar. Gün geliyor 'Dünya'yı sarsan suikastler' konusu, başka bir gün geliyor 'Yahudi-Arap meselesi' hakkında 45 dakika içerisinde verilebilecek en dolu-eksiksiz içeriği en sade anlatımla veriyorlar. Dünyanın her yerine canlı bağlantılar yaparak en aklının ucundan geçmeyecek konularda bilgi veriyorlar. Hani 'sokma akıl 40 adım gider' derler ya, öyle değil işte bazı programları adamda iz bırakıyor. Mükemmel anlatıyorlar. Kabul ellerinde inanılmaz bir arşiv var ancak bu arşivi kullanmak da yılların birikimini bünyede barındırmayı gerektiriyor. Ben pençesine düştüm bu programın halimden de memnunum o kadar ki, alarm kuruyorum başlama saatini kaçırmamak için. Şiddetle tavsiye ederim. İzleyiniz, izlettiriniz.

Wednesday 30 September 2009

O bir Şampiyondu; Sabırlı. (vol. 1, 2005)

Türk yarışçılık tarihinin en başarılı safkanlarından olan Sabırlı, 27 eylül pazar günü düzenlenen törenle pistlere veda etti. 2003 temmuz'unda koştuğu ilk yarışında tribündeydim ve daha sonra katıldığı hemen hemen tüm önemli yarışları da yine dünya gözüyle izledim. Benim için, hipodroma gitme sebeblerinden biriydi,beraber koştuğu bir kaç arkadaşıyla beraber.. Buribaker'ın da katılımıyla son yarışını da yine hipodrom'da izleme şansına sahip olduk Sabırlı'nın. Yarış yaşamına üçüncü başladı, üçüncü bitirdi ama aradaki toto'ya bol bol birincilikler ekledi.. Çok fazla söze gerek yok Sabırlı için, ben susayım, 2005 yılından seçtiğim bazı videolar konuşsun..

Tuesday 29 September 2009

Lomonosov Moscow State University


Ya da Kiril alfabesiyle yazılışıyla Московский государственный университет имени М.В.Ломоносова, Moskóvskiy gosudárstvennyy universitét. Öndeki yeni bina, arkada dikkati çeken bina da eskisi. Mimarı Lev Vladimirovich Rudnev (Лев Владимирович Руднев). Muazzam!

Geceler

'Duhtbrahma' tanıştırdı beni bu terbiyesiz grupla. Abiler 'Azeri' olsa gerek. İlk dinlediğim şarkıları 'Ay lolo' adında acapella olarak seslendirilmiş bir eserdi. Ancak bu son dinlediğim -daha doğrusu duhtbrahma'nın bana son kıyağı olan- 'Geceler' şarkısını çok tuttum. Bizimkiler Azeriler'den intihal yapmayı sever musiki konusunda. Bunu da alsınlar. Şarkı burada, bu da başka bir kayıt. Dinleyip beğenen Duhtbrahma'ya teşekkür eder artık.

Tuesday 22 September 2009

Bir zamanlar futbolumuz..

Günümüz futbolunun harala-gürelesi içinde eski, naif anları çok arar olduk.. Endüstriyel futbol, seyirciyle oyuncu arasına,takımı arasına aşılmaz bariyerler koymuş..
Eskiden oyuncu ya da kulüp başkanı pek mi değersizmiş acaba? Maç öncesi stat çevresinde elini-kolunu sallayarak gezermiş,halkın içinde basın mensuplarının sorularını -en abuklarını bile- içtenlikle yanıtlarmış.. Bugünün en önemli-tartışmalı gündem maddelerinden hakemler bile gayet şeffafmış. -"gecenizi nasıl geçirdiniz" sorusuna bile, içtenlikle; "Dinlenerek" diye cevap verebilirmiş.. Orta hakem maç öncesi odasını basına açar, kameralar önünde yan hakemlere görevlerini hatırlatırmış. Soruları yanıtsız bırakmazmış 'hakem triosu'.. Artık 6 hakemli günlerdeyiz. Sorulardan kaçarcasına arabasına atlayan hakemli günler. Başkanlar birbirleriyle küs. Oyuncular uzaylı edasıyla halktan izole, ulaşılmaz noktada.
Durum her geçen yıl daha da acayip hale gelmeye başladı. Şartlar böyle gerektiriyor demek ki. Bu sezon yayıncı kuruluş biraz daha soyunma odalarına, çıkış tüneline girmeye başladı. Bunun da olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Bu iş böyle büyütülecek bir şey değil. İşlerin bu kadar gizli-saklı olması, kapalı kapılar ardında gelişmesi düşmanlığı, kuşkuyu,şüpheyi de artırıyor. Şartlar ne olursa olsun; yayıncı kuruluşla, oyuncu-kulüp başkanı-hakem üçlüsünün daha şeffaf ilişkiler kurabileceği inancındayım. O günlere ulaşana kadar bize de eski naif görüntülerle avunmak düşüyor.
Bu uzun ve biraz da can sıkıcı girizgahı, arşivimiz yettiğince, özlediğimiz nostaljik görüntüleri paylaşacağımızı duyurmak için yaptık. Başlangıcı, lig tarihimizin en ilginç anlarından biriyle yapalım.

VE PENALTI.. 1985-86 sezonu, 21.hafta mücadelesi.. Zonguldakspor'un, Bursaspor'u konuk ettiği maçın ilk yarısı golsüz tamamlanıyor. Görüntüler ikinci yarıdan.....

Zonguldakspor bu tarihi maçı 1-0 kazanıyor. Skoru tayin eden oyuncunun, pozisyon öncesi hareketlerine dikkat edelim.. Penaltının oluşumu, oyuncunun gelişinden bellidir..

Saturday 19 September 2009

TRT vs. tve

TRT ve Tve.. Biri Türkiye'nin biri İspanya'nın devlet televizyonu. İkisinden de haber takip ediyorum. Teleteksinden..


Burda Amerika açık tenis turnuvasında Marsel İlhan'ın yenildiği maçın haberi.. Buribaker'le Nusa Dua konuşurken duydum, benim de kullandığım bişey değildi zaten, 6-3, 6-4, 7-6 yenildiyse 6-3, 6-4, 7-6 yenilmiştir, "3-0" değil! Ben bilmem. Spor yazarı olan onlar..



Bu da tve nin teleteksinden. Del Bosque'nin Makedonya maçı listesi.. Del Bosque dememiştir herhalde, gidin bana Galatasaray'dan Güiza'yı getirin diye..

Hangisi affedilebilir? Kanalları affetmek bize düşmez tabi ama hatalar affedilebilir olur, ya da olmaz. Allahtan ben doğruları biliyorum da zorluk çekmiyorum..

Friday 18 September 2009

Olmadı Gitti

Yılların Nilüfer'i 'Hayal' adında bir albüm çıkarmış, iyi bir müzik dinleyicisi olduğunu iddia eden ben, bunca zaman edinip de dinlememişim. Yazık! Son albümden 'Olmadı Gitti' şarkısını şiddetle tavsiye ediyorum. Güftesi Nilüfer bestesi Ender Çabuker'e ait olan gönül telimizi titretenler makamındaki eser için de vakit bulunca 'şarkılardan dakikalar' yapmalı aslında.

Senkronize

( 17 Eylül 2009, OAKA Spiros Lois Stadyumu, Panathinaikos taraftarı )

Wednesday 9 September 2009

Saturday 5 September 2009

Kafalar karışmış biraz ?

Kafalar biraz karışmış galiba. Haberde bütün cümleler (manşet, spot, haber metni) bir öncekini tekzip ediyor. Ben orta yolu bulamadım. Haberin linki burada. Bakalım düzeltecekler mi?

Tuesday 1 September 2009

Spotify

Ne kadar mutlu oldum böyle bir oluşumu keşfettiğim için anlatmaya kalksam kelimeler kifayetsiz kalır tarzında olmasa da çok hoşuma gitti. Spotify denen olayda, bilgisayarınıza indirdiğiniz bir program sayesinde, 6 milyondan fazla şarkıya - her geçen gün artan sayıda tabii ki de - sahip bir arşiv'den dilediğiniz şarkıyı mükemmel ses kalitesiyle dinleyebiliyorsunuz. Henüz ülkemizde kullanılamıyor ancak çeşitli hilelerle üye olduktan sonra programı sorunsuz bir şekilde kullanıyorsunuz. Aradığınız şarkıcının biyografisini okuyup, orada verilen linklerle tavsiye edilen şarkıları bile dinleyebiliyorsunuz. Kurcaladıkça yeni özellikleri çıkıyor. Sadece müzikle donatılımış Wikipedia dersem abartmış olmam heralde. Gününün kayda değer bir kısmında müzik dinleyenlere şiddetle tavsiye ederim.

Monday 31 August 2009

Alkışlar Marsel İlhan'a..


Marsel İlhan, Amerika açık'ta Belçikalı rakibi Cristophe Rochus'u zorlu 5 set sonunda yenerek, adını ikinci tura yazdırdı.

Maçta iki kez geriden gelip eşitliği yakalan 22 yaşındaki temsilcimiz, son sette de geriye düşmesine rağmen pes etmedi ve maçı kazanmayı başardı.

Genç yıldız, dünya 72 numarasındaki rakibini; 3/6 - 6/3 - 3/6 - 7/5 ve 7/5'lik set skorlarıyla devirdi.

Marsel'in yeni rakibi, Amerikalı dünya 55 numarası John Isner oldu.

Sunday 30 August 2009

Popçu Özgün !

İstediği zaman güzel işler de yapan 'Popçu Özgün'ün son albümü 'Biz Ayrıldık'tan dört adet tavsiye. Naçizane...
- Mühür (Şiddetle tavsiye olunur)
- Direniyorum yokluğuna
- İki eli boş kaderim
- Örümcek

Bravo Marsel İlhan!


Türk tenisinin genç yıldızı Marsel İlhan, Amerika Açık'ta Üçüncü eleme maçında Brezilyalı Ricardo Mello'yu 6-4 ve 6-2'lik setlerle geçerek, adını ana tabloya yazdırdı. 22 yaşındaki Marsel, 1963'te özel davetle Amerika Açık'ta ana tabloda mücadele veren Nazmi Bari'nin ardından bu başarıya ulaşan ikinci Türk oldu.

Thursday 27 August 2009

Sokaktan..

Bebek.. Taşıt Sınıflandırma Sistemi (TSS)..

Sistem çok kullanışlı.. 'Jeep'le başlıyoruz.. demek ki neymiş, Bebek'te, en revaçta taşıt 'Jeep'miş. Marka önemli değil, 'Jeep'ler birinci gözde... BMW ve Mercedes'siz olmaz... Ancak Mercedes ezeli rakibini geride bırakmış görünüyor. BMW'nin titreyip, Bebek piyasasında biraz daha hareketlenmesi gerekir, bizden söylemesi.

Orta-üst arası konumlanan 'AUDI' ve orta sınıf var alt katta.. Vos-vos'ta işler yolunda gözüküyor, Audi de Bebek'te tutulanlardan.. ancak O da ne? Uzak doğu global krizden nasibini fena almışa benziyor, Japon Devi 'Honda'da ve Güney Kore temsilcisi 'Hyundai'da işler kesat. Neyse biz üçüncü kata inelim..

Aha! bu da nesi? Bunlar Japon 'Toyota' ile Alman 'Opel' değil mi... eyvah eyvah!! durum berbat... onlarda da işler kötü.. baksanıza ortak bir altılı yapmışlar, iş-güç yok..vakit geçsin hesabı, peki bol şans!! Bir yan oda 'bir takım kişisel gereçleri' koymak üzere ayrılmış, dedik ya çok kullanışlı diye.. Yan tarafa geçelim.. Darkwood'un bütün davulları adına!!! kapalı mekanda Sigara haa?? Olmaz, olamaz, imkansız..

Zemin katta da durumlar karışık.. Fiat ve Röno el ele vermiş, ne yaptıkları belli değil.. Ve işte Diğer!!! sistemin en anlamlı bölümü.. Burada ayrımcılık, burada sınıf varkı yok.. Lamborghini de olsan serçe de, Ferrari de olsan, Doğan da, yerin burası kardeşim mesajı veriyor.. görmek istediğimiz hareketler bunlar. Sistemin 12'inci ve son gözü yoruma açık sevgili okur, biz buraya 'çok at' yazmaktan yanayız.. Bu bölüm için yorumlarınızı beliyoruz. Saygılar...

Demir Karahan ve at yarışı köşesi

Demir Karahan.. Kronolojik sırayla; Deliyürek'in "Ağabeyi", Zeki Demirkubuz'un Yazgi filmindeki "Naim"'i ve Kurtlar vadisinin "müsteşar"'ı.. Ancak son aylarda kendisini Hürriyet'te at yarışına dair yazdığı yazılarla görüyoruz.. Hürriyet gibi yüksek tirajlı bir gazetede spor sayfası bölümünde çok değerli bir alan ayrılıyor Karahan'a, ortalama ayda 4-5 yazı yazıyor.. Bir yarışsever olarak durumu ilk gördüğümde heyecanla karşıladım.. Çünkü tahminlerden ve senede bir yapılan Gazi Koşusundan başka, at yarışı kendine yer bulamaz.. Halbuki, bunlar dışında daha bir çok şey olur o pistlerde, ekonomik ya da geniş altılı tahminlerinde kendine yer bulamayan.. Belki de içinde en çok hikaye barındıran spordur, hiç bir zaman spor olarak görülmese de.. Konudan fazla uzaklaşmadan tekrar Karahan'ın köşesine dönelim.. Heyecanla karşıladığımız bu durumda, her yazıyı merakla bekler olduk.. ilk başlarda; tamam dedik.. atçılığımızın sorunları var.. Biz de kesintilerin yüksek olduğunu düşünüyoruz.. Farklı şeyler okuma, görme isteğimizi hep bir sonraki yazıya erteledik. Ancak değişen hiç birşey olmadı.. Biz işin başrolündeki atlardan bir şeyler okumak istedikçe; Demir Karahan hep rakamlardan, vergilerden, kesintilerden bahsetti.. Sürekli Başbakana, Cumhurbaşkanına ve Tarım bakanına çağrılarda bulundu.. Ama artık bu yazılar sıkmaya başladı.. Öncelikle, bence bu yazıların hedefi kimdir bunu belirlemek lazım.. Herhalde ganyan bayiine giden insanlar arasında Başbakan ya da Cumhurbaşkanı yok. Bu yazıları okuyan kişiler, yarışları yakından takip eden insanlar olsa gerek.. Zaten Başbakan ve Cumhurbaşkanı konuyla ilgili olsalardı yarışlara gelirlerdi, o ayrı mesele.. O zaman burada bir çelişki var. Hedef farklı, ulaşılanlar farklı.. Bir de kafamı kurcalayan bir konu daha var.. Gazetelerin spor servislerinin durumunu biliyoruz.. Yer sıkıntısından ya da bunu kim okuyacak kaygısından, kitlelerce at yarışından çok daha önemli görülen spor haberlerini atlıyorlar, yer ayırmıyorlar.. Haa demek ki insanlar at yarışındaki vergilerin ya da kesintilerin, rakamların çok meraklısı.. haftada iki gün bu şikayetleri duymaktan keyif alıyorlar.. o zaman diyecek bir şey yok.. bu yazılar daha başka bir çok haberin önüne geçip koca bir sütunu kaplayabilecek önemde demek ki.. aslında bu satırları yazan bana ve okuyup da ya da okumadan aynı fikirde olan başkalarına bu konuda hiç bir şey söylemek düşmez.. Çünkü "ALAN!" memnun "SATAN!" memnun.. senelerdir at yarışı köşesinde tahmin veren insanların resimlerini bile değiştirmeyen, 150 yıllık fotoğrafları kullanan Hürriyet'e de at yarışlarına gösterdiği bu hassasiyetten!! dolayı teşekkürü bir borç bilirim.

Tuesday 25 August 2009

Alıntı


“kaderin size bahşettiği şeylere belli bir mesafede durun ki istediği zaman onları rahatça geri alsın hayat, sizden koparmasın.”

Lucius Annaeus Seneca

Friday 21 August 2009

Wednesday 19 August 2009

FW: Bill Gates servetini dağıtıyor

Başlıktaki gibi konusu olan salak forward mailler bile dünyaları dolaşırken bu şaheserin kıyıda köşede kalması ihanet olurdu. En azından 'FW: Bill Gates servetini dağıtıyor, Patricia teyzem 24.587 $ kazandı' konulu mailin ulaştığı kişiden daha fazlasına ulaşmayı hak eden bir kısa film. İzleyiniz, izlettiriniz, varsa Twitter'ınız orada da paylaşınız. Yoksa haala twitter'ınız yok mu? ne kadar ayıp? Ayrıca bu filmi 11 kişiye izletirseniz aşk hayatınız yoluna giriyormuş söylemeden geçmeyelim. Karşınızda Gizem Elçi'nin yazıp yönettiği aynı zamanda başrollerini Deniz Özgün, Narin Demir ve Orhan Cem Çetin'le paylaştığı 'Oktan Bir Aşk Hikayesi'. Belirtmeden geçmeyeyim 16. Altın Koza Film Festivali Öğrenci Filmleri Yarışması En iyi kurmaca film ödülü dahil olmak üzere 3 ödül almış bir film. İyi seyirler.

İlkokul arkadaşımın kaleminden...

Yıllar sonra karşıma çıkan ilkokul arkadaşımın blogunda gördüğüm yazı çok hoşuma gitti. Şu zamanlardaki ruh halime de hafiften dokunan bir yazı oldu. İznimi aldım noktasına dokunmadan alıntılıyorum. Eline sağlık Gizem.

" 'I mean, I'm really happy only when I'm on my own. Even being alone... It's better than... sitting next to a lover and feeling lonely.' repliğini ilk duyduğumda, filmi durdurup (Before Sunset) ahanda evet lan tam da böyle diyip bir kenara yazdığımı hatırlıyorum. Film tarihinde içeriği aynı olup buna bin basacak sözler söylenmiş olabilir, hiç önemi yok. Sonraki yıllarda kız arkadaşlarım mutsuz oldukları ilişkilerden bahsederken 'Abi sevgilinin yanında kendini mutsuz hissetmek, kendi başına mutsuz hissetmenden çok daha feci bişey. Böyle olmamalı.' diye ukalalık yaptığımı da itiraf ediyorum.

Sevgililiğin herkes için başka bir anlamı var. Vakit geçirmek için, güzel ve havalı bulup yanında dolaştırmak istediği için, veya bütün hayatını beraber geçirme niyetiyle 'ciddi düşünerek' sevgili olabiliyor insanlar. Ama bence esas mesele, en azından benim için, hayatta yapayalnız olduğumuz düşüncesinin hafiflediği, hatta bazen yok olduğu anlar yaşayabilmenin gerçekten aşık olduğun birinin yanında olmasıyla mümkün olduğu. Başarılı olmak, takdir edilmek, sevilmek, sayılmak, hepsi insanı tatmin eden şeyler. Ama ruhumuzun gerçek açlığını doyurabilmek için bunlar gene de geçici çözümler. İstediğin kadar paran, gücün, saygınlığın olsun gene de köpek gibi aşık olup acı çekersin. Veya aradığın aşkı bulamadığın için kendini içten içe yarım kalmış hissedersin. Çünkü bilirsin ki, aşkla birlikte hayata tutunursun, motivasyonun artar, neşen, keyfin yerine gelir. Herşey bi güzelleşir yani. İçin dışına yansır, yüzün gözün bile güzelleşir.

Başa dönecek olursak, yalnızken yalnız hissetmekte bir sorun yok. Herkesin bu yalnızlıkla barışması ve bunu bilerek yaşaması hayırlı bile olur. Böylece kendi başına durabilirsin, aşık olmadığın zaman da motivasyonsuz kalmazsın, yalnızlığını kabullenip kendine acımak yerine, onun farkına varıp güçlenirsin, aşık olunca da bu güç x10 olur. Ama sevgilinin yanında kendini hala yalnız hissediyorsan bu çok kötü. Aklın onun yanında ona anlatsan da bir anlamı olmayacak başka şeylerle meşgulse, sabahları kalkınca aklına ilk gelen şey o değilse ve bir gün yanında olmazsa nefessiz kalacağını düşünmüyor, bunu olgunlukla karşılayabiliyorsan, bu içten içe sana yalnızken duymadığın başka bir acı veriyor ve yalnız kalmayı bu acıya tercih etmekle kalmayıp, yalnızlığından mutluluk bile duyuyorsun.Ve ayrıldığın zaman duyduğun üzüntü de sabahları uyanmak istemeyecek, günlerce haftalarca duş aldırmayacak, arkadaşlarına durup durup 'Ben bi daha gülemicek miyim' diye sorduracak büyüklükte olmuyor.

Evet hayat kocaman, insanlar çok fazla, biri biter diğeri başlar, görülecek çok yer, tanınacak çok insan var. Herkes için biri var mı bilmiyorum, ama öyle olduğuna inanmak istiyor, yazıma yalnızlık paylaşılmaz diyerek son veriyorum."

Tuesday 18 August 2009

Onno Tunç


"..."beste yapar mısın, niçin beste yapmıyorsun?” dedim, “tabii yaparım.” dedi. şeyi düşündüm çünkü ben, düzenleme yapan insan, yani işte türkiye’de bilinen tanımıyla aranjör dediğimiz kimse aslında en önemli kişilik, bir perform’un arkasındaki, çünkü on tane beste yapıyor demek nerdeyse en az. işte gitar partisi, bas partisi, davul partisi, kontrşanı kontrpuanı, çok sesli müziğin gerektirdiği bütün hatları yazmak ve onları matematiğini gerçekten bilerek akademik olarak doğru yerlerine oturtmak çok ciddi bir uzmanlık meselesi. o zamanlar küçüktüm ama hissettim bunu, bu kadar çok şeyi bilen ve yapan birisinin beste yapmaması mümkün değil diye; gerçi onno’nun bir lafı vardı “dünyada tek okulu olmayan şey besteciliktir” diye ama. melodisyenlik yine de farklı birşeydir benim için kompositörlüğe göre, ben hep öyle hissederim..." Sezen Aksu, Aynalar belgeseli

Monday 17 August 2009

Yanlış zaman yanlış rakip

Spor tarihinde herkesin bildiği 'şampiyon birinciler'le beraber hakkını yeterince alamamış 'unutulmaz ikinciler' de bulunuyor. Usain Bolt'un bir insanın yapabildiğine inanılamayacak dereceleri gerçekleştirmesi günden güne kendini geliştiren ve bir yandan kendi tarihini yazan bir ismi görmemizi engelliyor. Tyson Gay... 'Şimşek' Bolt 100 metre koşmaya karar vermeseydi bu alanda tarihin en iyi derecesine ABD'li atlet Gay imza atmış olacaktı. 27 yaşındakı atlet, Pekin 2008'e kadar kırılması çok zor görünen ve Jamaikalı Asafa Powell'a ait olan 9.72 saniyelik rekoru önceki gece Berlin'de bir adım öteye taşıdı ve 9.71 koştu. Ancak görünen o ki, azimli atlet bu işi yanlış zamanda yapıyor. Tıpkı tarihte yer alan onlarca 'kader' arkadaşı gibi. İşte Tyson Gay'le aynı kaderi paylaşanlardan bazıları.


Konu atletizmden açılınca önemli yarışlarda aldığı ikincilikler nedeniyle Namibyalı sprinter Frankie Fredericks'i unutmamak gerekir. '92 Barcelona Olimpiyatları'nda 100 metrede İngiliz Linford Christie, 200 metrede ABD'li Michael Marsh'ın gerisinde kalan atlet, '96 Atlanta Olimpiyatları'nda ise 100 metrede Kanadalı Donovan Bailey, 200 metrede de ABD'li efsane Michael Johnson'ın ardında gümüş madalyayla yetinmek zorunda kalmıştı.


NBA'in unutulmaz yıldızı Clyde Drexler, bu oyunu tarihte en iyi oynayan kişiyle aynı anda parkelerde mücadele etme şanssızlığını yaşayan isimdi. Michael Jordan'ın gölgesinde kalan oyuncu hiç kuşku yok ki farklı bir zamanda NBA'de oynamış olsaydı çok daha fazla başarı yaşamış tarihte de çok daha büyük bir iz bırakmış olacaktı.


Alman bisikletçi Jan Ullrich, onun 'Bolt'u da Lance Armstrong'du. 1997 yılındaki Tour de France şampiyonluğundan sonra ABD'li efsane Armstrong'la rekabet etmek zorunda kalan Alman pedal maalesef tarihin tozlu sayfalarında Armstrong'un arkasındaki adam olarak kaldı.


Ve son olarak Finlandiyalı Formula 1 pilotu Mika Hakkinen. Finli pilot iki şampiyonluk yaşamış olsa da Alman efsane Michael Schumacher'in gerisinde kalan isimdi.

Thursday 30 July 2009

sokaktan..

"Trump Towers'tan bi daire aldım.. kısmetse tamamlanınca, işime artık metrobüsle gideceğim. Herkese tavsiye ederim. Bu fırsatı kaçırmayın. Teşekkürler Donald Trump!"
Nusa Dua

Monday 20 July 2009

Yalan Transferler

01.06.2009 - 19.07.2009 tarihleri arasinda Fotomac gazetesinin yaptigi transfer haberleri...

Kaleci
Helton (Porto)

Defans
Naldo (Werder Bremen), Drenthe (Real Madrid), John Arne Riise (Roma), Lucio (Bayern Munchen), Martin Caceres (Barcelona), Henrique (Barcelona), Heinze (Real Madrid), Senderos (Milan), Onyewu (Milan), Metzelder (Real Madrid), Coloccini (Deportivo), Steven Taylor (Newcastle), Gallas (Arsenal), Salgado (Real Madrid), Miguel (Valencia), Seitaridis (Atletico Madrid)

Orta Saha
Van der Vaart (Real Madrid), Hamit (Bayern Munchen), Barnetta (Bayer Leverkusen), Vieira (Inter), Van Bommel (Bayern Munchen), Guti (Real Madrid), Deco (Chelsea), Hleb (Barcelona), Ronaldinho (Milan), Maniche (Atletico Madrid), Ze Roberto (Bayern Munchen), Quaresma (Inter), Vargas (Fiorentina), Emana (Real Betis), Robben (Real Madrid), Sneijder (Real Madrid), Rothen (PSG), Lassana Diarra (Real Madrid), Buonanotte (River Plate)

Forvet
Ricardo Oliveira (Real Betis), Baptista (Roma), Tevez (Manchester United), Babel (Liverpool), Forlan (Atletico Madrid), Gudjohnsen (Barcelona), Luca Toni (Bayern Munchen), Saviola (Real Madrid), Rosenberg (Werder Bremen), Eto’o (Barcelona), Cavenaghi (Bordeaux)
, Grafite (Wolfsburg), Pablo Hernandez (Valencia), Kuranyi (Schalke), Wagner Love (Spartak Moskova)

Saturday 27 June 2009

Michael Jackson


Mtv'nin kuruluş sebebiydi, yeryüzünün gördüğü en ünlü insanlardan biri belki de en ünlüsüydü, artık yok.

Michael Jackson 1958 - 2009

Art. Lebedev Studio



Artemy Lebedev ve şürekâsı yine kırmış kafayı. Şimdi de İsviçre çakısı görünümlü çatal bıçak koydurgaç yapmışlar. Zehir gibi çalışıyor bu adamların kafaları. Çok kıskanıyorum, ama saygı duymayı da ihmal etmiyorum.

Thursday 25 June 2009

çalımbaz'ın son numarası..

Denilson'la ilgili yazımın üstüne daha henüz post binmemişken beklenen oldu ve Brezilya'lı Hai Phong yönetimine, acayip isimli teknik direktöre ve kendisinden çok şey bekleyen zavallı taraftarları çok güzel bir çalımla bakkala gönderdi tam anlamıyla. "Çalımbaz, sakatlandığı ilk maçının ardından, Vietnam'dan ayrılacağını açıkladı.. Aslında istatistiğine bakarsan hiç de fena sayılmaz; yarım maç ve bir gol. Netice olarak aşağıdaki kırmızı formayla verilen mutlu pozlar anlamını yitirdi,umutlar suya düştü.. Ancak ilginç bir şey var ki o da hala bizim gazetelerin, Denilson'u Türkiye'ye getirmeyi aklından geçirmemiş olmaları.. Aslında olabilir değil mi? Hem brezilya'lı, hem çaptan düşmüş, hem yıldız ve hem de Vietnam'da mutsuz.. Ancak varsa eğer eşinin tutumunu ya da mevcutsa çocuklarının okul durumunu falan bilemiyorum. Neyse biz burdan haber vermiş olalım bu transfer kaçmaz!

Monday 22 June 2009

Denil-SON durak!

"Denilson'un, 1997'de Tournoi de France'da, sansasyonel bir serbest vuruşla Real Madrid kapısını açan Roberto Carlos ve elden çıkarılan Ronaldo'nun yanı sıra sezonun en sevilen Brezilyalısı olmak için birkaç çalım atması yetmişti. Avrupa'nın yarısı kuyruğa girmiş, ama yarışı yaklaşık 63 milyon Mark (Ronaldo ve Rivaldo'ya ödenenden daha çok) ödeyen orta halli bir İspanyol kulübü olan Real Betis Sevilla kazanmıştı. Ama Denilson yalnızca bir kez daha parladı, o da 1998 Dünya kupası'nın hemen öncesindeki bir Nike reklamında havaalanı sahnesindeki çalımla. 20 lig maçında tek bir gol atamadı. Real Betis Sevilla ikinci lige düştü. Kulüp Denilson'dan kurtulamadı; milyonlar ödenmeye devam etti, ta ki 2001'de birlikte yeniden birinci lige çıkana dek.
2001 sonbaharında Betis kısa bir süre için ligde lider olup sansasyon yarattı, ama genç oyuncunun şöhreti, on takım arkadaşıyla birlikte kiraladığı kadınlarla özel bir antrenman salonunda fuhuş yaparken kulüp yetkililerince yakalanınca sona erdi."



Bu yazı 2004 yılında ithaki yayınlarından çıkan, Christian Eichler'ın "Futbolun Beceriksizleri Ansiklopedisi" isimli kitabından alınmıştır. Betis, Denilson'u São Paulo'dan 32 milyon dolara transfer ettiğinde bu bedel tüm zamanların en yüksek transfer ücreti olmuştu. Ancak tam bir fiyasko ile sonuçlanan bu transfer iki tarafa da hayır getirmedi. Betis İspanya ligi'nde orta sıralara mahkum oldu, Denilson Betis'ten sonra bir çok kulüp gezdi ve hiç birinde 1 sezondan fazla kalmadı. En son soluğu Vietnam ligi ekiplerinden Hai Phong'da aldı. 31 Yaşındaki oyuncu Pazar günü yeni takımının formasını giydiği ilk maçta fileleri havalandırdı. Ancak sakatlanarak 60. dakika'da oyundan çıktı. Hai Phong maçı 3-1 kazandı ancak ligdeki durumu pek umut vermiyor. 14 takımlı Vietnam ligi'nde 9'uncu sırada. Teknik Direktörleri Vuong Tien Dung, Denilson'la birlikte daha da yukarılara çıkmak istiyor. Bakalım "çalımbaz" Denilson Hai Phong'u yukarılara çekebilecekmi yoksa geçerken yolu Vietnam'a da mı düşmüş, hep birlikte göreceğiz...


Bu kitap ve Denilson vasıtasıyla, nostalji yapmış olduk. Tam da bir başka transfer rekoru Cristiano Ronaldo ve Real Madrid tarafından kırılmak üzereyken. 90 dakika'nın sonunu bir atasözü ile bağlayalım, mesaj kaygılı olarak; "ne oldum dememeli, ne olacağım demeli.."

not: "başlangıçta şansları yoktu, üstüne bir de işleri ters gitti" motto'suyla yola çıkan kitap yakından tanıdığımız Daum, Rijkaard,Alpay Özalan gibi isimlere de selam sarkıtmadan geçmiyor.

Gazi'ye doğru..

İngiliz atları için sezonun en büyük yarışı Gazi koşusu, 28 haziran'da yapılacak. Birincilik ikramiyesi 750.000 TL. olan ve 3 yaşlı safkan İngiliz taylarına mahsus yarışa kayıt olan safkanlar belli oldu. Koşunun deklareleri 26 Haziran cuma günü yapılacak.

83. Gazi koşusunda Dünyanın en iyi jokeyi Frankie Dettori de, CHI isimli safkanla start alacak. Geçen yıl da Ülkemizde Enternasyonel Boğaziçi ve Topkapı koşularında at binen Dettori, dereceye girememişti. İtalyan jokey bu kez rövanşı almayı hedefliyor.

Gazi koşusunun yanında; Kısrak, Zübeyde hanım, Turbo'nun da kayıtlı olduğu Ali Rıza Bey ve Anafartalar gibi önemli kupa koşuları da yapılacak.

Şampiyon İngiliz atı Sabırlı da pazar günü Grup 1 mücadele için kayıt yaptıran isimlerden.

Yine Pazar günü koşulacak Arjantin Jokey Kulübü kupası koşusu, 2007 Gazi şampiyonu İnspector 'la 2008 Gazi Şampiyonu Pan River 'ı buluşturacak. Bu atlardan çıkan olmazsa Hipodroma gidenler 3 Gazi şampiyonunu da aynı günde izleme fırsatına sahip olacak.

Bu arada Nişantaşı City's alışveriş merkezi de "1927'den bu güne Gazi için koşuyoruz" isimli sergiye ev sahipliği yapıyor. Dönem fotoğraflarını ve Kupa'yı içeren bu sergi ilk kez kamuoyu ile paylaşılıyor.

Pazar günü herkesi Veliefendi Hipodromuna bekleriz..

Saturday 20 June 2009

Yüreğimizi Yakanlar

**DİKKAT BU YAZI SPOİLER İÇERİR**

Hepimiz film izleriz. Evimizde ya da özellikle sinemaya giderek.. İzlediğimiz filmlerde hayattan, hayatımızdan bişeyler ararız; ne kadar doğaüstü olursa olsun.. Bu dolayda, tatmin olursak, hoşumuza giderse, aradığımızı bulmuşuz demektir.. Bunu sağlayan bir çok unsur var ama gerçekçi olması en önemlisi. Yani samimi olması.. Yani inandırıcı olması.. Yani bunun için uğraşması, bize kendinden bişeyler vermesi, özveride bulunması.. Film özveride mi bulunur? Evet gayet emekçidir bazen film.. Bize kendisini beğendirmek için en önemli şeyinden, kahramanından vazgeçer.. Kahraman derken herzaman birilerini kurtarması gerekmez. Öldüğü ana kadar gönlümüzü fethetmesi yeter.. İşte o zatın ölümü gerçekleşirken, biraz daha inanırız filme, ne kadar üzülsek de..

Benim izlediğim filmlerden aklımda kalan merhum kahramanlar:

- Achilles - Troy
- Maximus - Gladiator
- Sadık - Babam ve Oğlum
- Baran - Eşkiya
- Pete Dunham - Green Street Hooligans
- Maggie Fitzgerald - Million Dollar Baby
- V - V For Vendetta
- Ben Thomas - Seven pounds
- Dr. Malcolm Crowe - The Sixth Sense
- Neo - The Matrix Revolutions
- Boromir - The Lord Of The Rings: Fellowship Of The Rings
- William Wallace - Braveheart
- Ben Randall - The Guardian

Liste uzar gider tabi. Bu abi ablalardan bazılarına cenaze töreni bile yapılamadı.. Ama yüreğimizi burktular giderken ve aslında çok memnun olduk onları tanıdığımıza. Aslında ölmedi tabi onlar. Yani gerçek olmadıkları için değil, bilakis onları canlandıran aktörlerden daha gerçekler ve yüreğimizde yaşıyorlar..