Thursday 28 June 2012

Eski zamanlar


"... Gelelim vapurlara. Şehir hattı vapurlarına... Vapurlar o zaman iki kısımdı. Biri şimdiki Denizyolları'nın Şehir Hattı İşletmesi'ydi. Buna 'gemilerin gidip gelmesi' anlamında "Seyrisefain" denirdi. Boğazda da özel bir şirket vapur işletirdi: Şirket-i Hayriye idi. Şirket-i Hayriye gemileri numaralıydı. Bacalarında büyük rakamlarla numaralar yazılı olurdu. Ayrıca isimleri de vardı: Altınkum, Sarayburnu, Kanlıca, Kandilli, İnbisat ve sair gibi. Sonradan bunlardan ikisini seyrisefain, yani işletme satın aldı, bacalarına malum çapalı amblemi vurup adlarını değiştirdi: Göztepe, Erenköy yaptı.
Biz Kadıköy tarafında oturanların (biz yaştaki çocukların tabii) buna canımız sıkıldı. Bu uzun bacalı leylek gibi şekilsiz gemileri Seyrisefain'in, zarif, güzel vapurlarının yanına yakıştıramadık. Bizim taraftakiler, hele son Heybeliada ile Kalamış güzel gemilerdi. Galiba Fransa'da yapılmıştı. Halk arasında yeni yapılan bir şey için daima bir rivayet çıkar. Bunlara da: Onların altları düzmüş, dediler. Biz onlara rast gelmek için can atardık.Şehir Hatları'nda önce yandan çarklılar vardı: Bağdat, Basra, Nev'eser,. Bunlar daha ziyade Adalar'a ve Bostancı hattına işlerlerdi. Hele bir tanesi akşamları Köprü'den kalkar, nazlı nazlı bütün Anadolu sahilini dolaşır, Moda, Kalamış, Caddebostan, Suadiye, Bostancı'dan sonra Büyükada'ya, ordan da Heybeli'ye geçerdi. Büyükada'da oturan Rum, Ermeni esnafı akşamları bunun başüstüne çilingir sofrası kurarlar, Adalar'a kadar ufak ufak demlenirlerdi.O gece Heybeli'de yatan bu gemi ertesi sabah erkenden Büyükada'ya uğrar oradan yine bükün Anadolu sahilinin yolcularını toplayarak Köprü'ye giderdi. Vakit bol, insanlar terbiyeli, saygılıydı. Büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü bilir, biri ötekine sevgi, öteki ona saygı gösterirdi. Kalabalık yoktu. Yandançarkçıların içinde ötekilerden birazcık daha büyük görünen bir Büyükada gemisi vardı ki onlara nazaran çok lükstü. İşittiğime göre istibdat devrinde ya bir büyük paşanın, yahut da bir ecnebi şirket müdürünün 'Muş'u imiş. (Muş: İstim ile işlyene o zamanın yelkensiz bir çeşit yatı). Bu daha ziyade Adalar'a işlerdi.
Adalar'a işleyen gemiler arasında bir de ganbottan bozma (Gun boat: O zamanın ufak silahlı bir eski harp gemisi) dört gemi vardı: Kınalıada, Maltepe, Kartal, Pendik. Bunlar lodosa dayanıklı konforsuz gemilerdi.
Son zamana 1950-55 yıllarına kadar azalarak çalıştılar. Sanırım bir tanesinin makinasını Haliç Tersanesi'nde ilk olarak yapılan bir araba vapuruna koydular. Moda, Kadıköy, Burgaz gibi gemiler de şehir hatlarının güzel gemileriydi. Bunlar daha ziyade Kadıköy tarafına işlerdi..."  


Yıllarboyu Tarih, Haziran 1978, Selçuk Kaskan'ın 'Geçmişe mazi derler...' isimli köşesinde o ayın 'Trenler ve vapurlar' başlıklı makalesinden.



Safiye Ayla-Menekşe gözler hülyalı

Bugün


Final göremeyen Portekizlilere gelsin. Oya İşboğa da iyi okuyor hani. 
Sözleri enfestir ama:

Gurbet elde her akşam battı bağrımda güneş,
Yare giden yollarda hasret oldu bana eş,
Kimsesiz şu ellerde yok mu bana kardeş,
Yare giden yollarda hasret oldu bana eş.

Beste: Osman Nihat Akın
Güfte: Şükrü Tunar

Tuesday 26 June 2012

Geçmişin masraflı evliyaları...

Okuyacağınız satırlar, 17 Şubat 1956 tarihli Hafta mecmuasından bir 'araştırma haberi'. Haber dili çok enteresan. Hesaplamaların başladığı ve konunun bağlandığı yerlere dikkat...




İstanbul evliyalarına yılda 
1.500.000 mum yakılıyor!
Bu mumlar eklenirse 225 kilometre eder 
ve hepsini ancak 10 kamyon taşıyabilir.
Yazan: Olcayto

Biz insanlar kendi gücümüzle halledemediğimiz şeylerin, kendiliğinden yola girmesini bekler dururuz. Bu yüzden de çoğumuz başımız sıkıştı mı ya Allah'a dua ederiz, ya da evliyalara mum, adak adarız. Artık evliyalar imdadımıza yetişir mi, yetişmez mi ayrı mesele.
Bütün Türkiye'de boydan-boya binlerce evliya yatar. Kimi bir dağ başındadır. Dağ başındaki evliyaların etrafında yaz günleri adeta bir bayram havası eser. Bütün civar kasaba ve köylerin halkı evliyaların etrafında toplanır.

Hemen her evliyanın kendisine has adakları, hikmetleri vardır. Kimisine kadınlar entarilerinden parça koparıp bağlarlar. Bu evliya çocuk verirmiş!
Kimisinin türbesine tuz koyarlar: Ağız tadı için!
Kimisine yemek dökerler, bereket içindir!
Kimisine para atarlar, "Borcların edası" içindir...


Fakat en yaygın adak mumdur. Bilhassa İstanbul evliyaları arasında hemen hemen mumdan başka şey adanan evliya yok gibidir. 
İstanbul'un en meşhur evliyaları şunlardır. Eyüp'te: Eyüp Sultan, Zeyrek'te Fatih'in sekbanları, Beşiktaş'ta Tuzbaba, Bakırköy'de Zuhurat baba, Cihangir'de Molla baba, Sargüzel'de Yediemirler, Çemberlitaş'ta Tezveren dede, Anadolukavağı'nda Yuşa Hazretleri'dir.
Bunların içinde en meşhurları da Eyüp Sultan ve Yuşa Hazretleri'dir.


Eyüp Sultan'a mum adandığı gibi güvercinlere mısır adanır. Yuşa hazretlerinin en büyük hikmeti çocuksuz ailelere çocuk verdiği rivayetidir. Çocuk isteyen aileler minyatür bir salıncak yapıp içine taş korlar. Fatih'in sekbanlarının türbesinde kiremit parçasını duvara bastırırsınız. Kiremit duvara yapışırsa niyetiniz olur. Bunu biz söylemiyoruz halk buna inanmış.
İstanbul'daki evliyaların sayısı tam olarak bilinmiyor -Herhalde maaş almadıkları için olacak-. Ama tahminlere göne 300 kadar tutuyormuş.


Evliyalara en çok mum perşembe akşamı -eskiler buna cuma gecesi diyorları- yakılır. En tanınmış evliyanın türbesinde perşembe gecesi rahat-rahat 30-40 mum sayabilirsiniz. Bu rakam sair günler 5-10 arasındadır. Ortalama olarak her evliyaya günde 15 mum düşüyor. 
Hani, insana 15 mum hiçbir şeymiş gibi görünüyor. Ama hesaba vurdunuz mu bu 15'er mum yılda 1.500.000 mum ediyor.
1.500.000 mum 225 bin lira tutuyor. Fazlası var eksiği yok. Yanı her yıl evliyaların herbirine 1.000 liralık mum yakıyoruz.


Bir mum normal olarak 15 santim tutuyor. 1.500.000 mumu ucuca eklediğimiz zaman 225 kilometrelik bir mum sütunu haline gelir. Be uzunluk Beyazıt kulesinin 5000 tanesinin uzunluğuna eşittir. 1.500.000 mum ağırlık olarak 45 ton yapar, normal bir kamyon bu mumları ancak 10 defada taşıyabilir. Bu hesap böylece uzayıp gider. Daha bir yığın mukayese ile birçok değişik neticeye varabiliriz.

Evliyaların en ehli keyfi muhakkak ki Manisa'daki Ethem dededir. Bu dededen bir niyetiniz oldu mu, ilkin onu söylersiniz sonra da:
-"Ethem dede, Ethem dede, gömleği keten dede. Bu muradım olursa sana 40 göbek atam dede! 20'si peşin, 20'si veresiye!.." dersiniz ve 20 göbek atarsınız. Ama evliyaların sayesinde asıl göbek atanlar mumcular!..


İsterseniz şuracıkta birlikte murat edelim. Eğer bu adak hastalığından kurtulursak Eyüp Sultan'a 10 mum benden. Helal olsun.

'Benim meskenim...'

"Dün Asliye Ceza Mahkemesi'nde tam bir seneye mahkum edildim... Manen ne halde olduğumu tasavvur edebilirsin. Tam bir sene, tam 365 gün hapishanede yaşamak, arkadaşların yardımıyla karın doyurmak ve çıktıktan sonra ne olacağını bilmemek..."
8.1.1933 Ayşe Sıtkı'ya yazdığı mektup
"Benim mesele senin zannettiğin gibi fiyakalı bir zamanımda ağzımdan kaçırdığım sözlerin neticesi değildir. Aramın açıldığı bir iki namussuz başıma bu işi getirdiler.
Geçen sene Mayısında falanca yerde Gazi'yi ima ile telmihen tahkiri (hakareti) tazammum eden (içeren) bir şiir okumuştu dediler. Adli safahat (evreler) lehimde olduğu halde müddeiumumi (savcı) yaranmak için mahkumiyetimi talebetti. Temyiz davayı aleyhime naksetti (geri çevirdi), cezama iki ay daha ilave edildi. Şimdi 14 aya mahkumum ve aşağı yukarı üç ayını yattım. 11 ayım kaldı demektir..."
Ayşe Sıtkı'ya yazdığı bir diğer mektup.


Bugün daha da kötü sanki... Sabahattin Ali'nin mektuplarının olduğu 'Filiz hiç üzülmesin' kitabını andıktan sonra onun şiirini Sezen Aksu'nun sesinden dinleyelim. Dağlardır dağlar...