Saturday 16 June 2012

Mark Twain

  • "The frankest and freest product of the human mind and heart is a love letter; the writer gets his limitless freedom of statement and expression from his sense that no stranger is going to see what he is writing."
  • "Sometimes my feelings are so hot that I have to take the pen and put them out on paper to keep them from setting me afire inside; then all that ink and labor are wasted because I can't print the results."
  • "People are different. And it is the best way."
  • "The difference between the almost right word & the right word is really a large matter--it's the difference between the lightning bug and the lightning."
Kalanı için bu siteye müracaat.  

Şöyle de bir çocuklar için animasyon var. Evlerden ırak!

Wednesday 13 June 2012

Hastasıyız inişli çıkışlı ruh hallerinin...


Türkçe müziğin kuşkusuz en üretken isimlerinden biri olan Orhan Gencebay'ın -ki kendisine yazının devamında Baba olarak sesleneceğim- sayısız 'gönül telimizi titreten' eseri mevcut. 
Kendisi her ne kadar açıklama yaparken bambaşka cümleler kursa da 'Arabesk' olarak nitelenen müzik türünün cennet vatandaki en önemli bestecilerinden. Aslında kendisini 'Arabesk' sınırları içerisine hapsetmek istememesinde biraz haklılık var zira farklı denemeleriyle pekçok müzik türüne daha göz kırpıyor. Ama Arap yarımadasında sevgiyle kucaklandığı aşikar. Misal birkaç sene önce Katar senfoni orkestrası 'Baba'nın parçalarını çalarak kendisini onurlandırmıştı bile.
Neyse konumuz Gencebay'ın besteciliğinden ziyade söz yazarlığında. Söz yazarlığının da ötesinde Gencebay'ın tavrında. 
Açalım biraz. Eserlerinin türüyle ilintili olarak acı, ayrılık, ölüm gibi konuları ele alan Baba, kavuşmayı pek sevmeyen bir tablo çiziyor. Öyle ki kavuşmanın olduğu her yerde 'ayrılık' mutlaka kendisini gösteriyor. 
Bu tavır bana biraz naif geliyor aslında. Çünkü 'Dertler Benim Olsun'u dinleyen bir kitle için eserler yazıyor ve bunu içinizden gelerek yapıyorsanız hayatınızda pek mutluluğa yer yoktur.
Gencebay o yüzden "Giden gider, o kaybeder senin canın sağolsun" demek yerine yaraya tuzla gelir ve çivi çiviyi söker misali yüklendikçe durur. Ama zaten dertli olan dinleyici bundan memnundur. Baba o masada hep olsun, eski güzel günleri hatırlatsın, daha da hayıflansın ister.
Bu minvalde sözler hasebiyle Baba'nın 'kavuşan aşıklar' ya da' mutlu günler yaşayan sevgililer' temalı şarkıları pek azdır. Zaten sevilmezler de. 
Çünkü dinleyiciye göre eğer biz masada dertten kederden demleniyor kendimizden geçiyorsak, Orhan Baba'nın nispet yaparcasına kırlarda koşan sevgilileri betimlemeye hakkı yoktur! O da bizimle oturacaktır masada ve bizimle içecektir. Burada bir başka ciğer parçalayan arabesk şarkı gelsin (Esengül-Taht kurmuşsun kalbime. Şu nedenle burada: Bırakamam seni ben, yanımdan gidemezsin, seviyorsan benimle oturup içeceksin).
Devam edelim bu yüzden Orhan Gencebay sözlerinde hep 'ayrılık' kendisini hissettirir. Nazardan mı korkuyor yoksa masada içen dostlarına 'Benim yerim sizin yanınız mutluluğum uzun sürmez' mi demek istiyordur bilmiyorum ama hep bir yanını ayrılmaya ayırmıştır.
Sanki Baba'nın mutlu olmaya olsa bile bunu ulu orta yaşamaya hakkı yoktur. Ama nasıl olsun ki, bu kadar hüzünlü aşk şarkısı yazıp da yüzünde güller açarak gezecek değildi ya! Burada bir parantez, bu durum biraz film yıldızlarının rollerinin gündelik hayatta üzerine yapışması gibi bir tavıra denk geliyor.
Aşkı bulmuşken ayrılığa sapan şarkılardan yürüyelim.

Mesela 'sev dedi gözlerim'e bir bakalım. 
"Gordu gozlerim, gordu gozlerim/ bir gercegi gozlerinde gordu gozlerim/ bir hayal degil, bir arzu degil/ sevgilin budur senin sev dedi gozlerim" Baba bu sözlerle bulduğu aşkını anlatırken sadece üç mısra sonra nasıl bir ruh haline bürünüyor bakın: "sen de bahtim gibi bana vefasiz olma sevgilim/ omrumce aradim durdum yasla doldu gozlerim/ her tutkunun otesinde ruya gibi hep sen vardin/ asklarin en guzeliyle uzandi sana ellerim" 
Birbirlerine varmışlar ama Baba her zamanki gibi aklını madalyonun öbür yüzüne takmış. Ya biterse ruh hali hiçbir zaman geçmiyor. Belki de mutluluk elbisesini yakıştıramıyor kendisine. Ki haklı biz de yakıştırmıyoruz ona. Hüzün ki en çok yakışandır ona!

'Sevecekmiş gibisin'de de durum farklı değil. Hatta daha ötesi: "Her günün ardında senden bir ümit var/ 
hep gelecekmiş gibisin. içimde bir duygu gözümde bir hayal/ sanki sevecekmiş gibisin. / sevmek acı dolu / sevmek çile dou. çektirecekmiş gibisin/ aklımı başımdan beni şu canımdan / sanki edecekmiş gibisin." 

'Ben eski halimle daha mesuttum'da ise 'tersine' bir durum var. Önce nefret ardından sevgi. Buyrunuz: "Ne oldu bana birden kendimi unuttum/ ben eski halimle daha mesuttum. 
guvenmistim talihime ne umdum ne buldum/ biktim artik biktim artik ben bu asktan yoruldum. bir kirik kalbim vardi onu da sana verdim /sev dedimse dedim oldur demedim, kopacak bekliyorum talihin kor dugumu/ seni sevdim sevenin gormedim guldugunu, ah, ver artik bana gonlunu"

Bu ruh hallerinden şikayetçi miyiz? Asla! Tam da aşkta olduğu gibi çalkantılı ruh hallerini birebir yansıttığı için aslında teşekkür bile etmeliyiz. Ama her durumda "Bak bir de madalyonun bu yüzü var, unutma" diyerek bazen tadımızı kaçırdığı doğru... Yine de seviyoruz Baba'yı. 

Son sözü daha önce yine bloga taşıdığım bir ekşisözlük entrisiyle yapayım. tabularasa nickli yazarın Orhan Gencebay'ın ölümsüz eseri 'Dertler Benim Olsun' için yazdığı paragraf aslında benim bu kadar uzun yazdığım metnin özetini anlatıyor gibi. Buyrunuz: "Keder meyhanesindeyiz. Babalar toplanmiş. Bir plak donuyor, meyhanenin depresyon koşesinde. Cizirtisina can kurban. Gorunmez parmakliklar var meyhanenin etrafini ceviren. Zumrut ye$ili gozlere agit yakanlarin agzinda bir Gencebay ictenligi: dertler benim olsun.. Nelere nelere tekabul etmezki bu şarkinin yarattigi yogunluk. Elitist arabesk deyin isterseniz. İsterseniz duygu somurusu.. Yok kardeşim; olmuyor bu şarki calmadan. Daha nice şarkilar var. Ama bu şarki yakişir rahmetli aşklarin tabut taşima torenlerine. Bu şarkiyla kac kez enkaz kaldirdik be Orhan Abi? Kac yurege benzin doktun sen? Bak babalarin hepsi koymuşlar rakilarini tokuşturuyorlar gorkemli aşk yaralarinin şerefine. Omru vermişler, almişlar dertleri. Aşk yok hayatimda azizim, hala beni niye etkiliyor ayni şiddette bu şarki? -di'li gecmiş zamanin pismanlik tortularini attim, bir bardak demli sabah cayima Orhan abi. 
Kaldiririz biz enkazlari tereddutsuz seve seve. yeter ki sen: bas mizrabi baglamanin gozune..."
Doğru söze ne denir. Sevmek güzel şey!


PS: O kadar bahsettim, 'Arabesk'in şahsıma göre en görkemli şarkısını paylaşmamak olmazdı. Orhan Gencebay-Dertler Benim Olsun. Bestesi, düzenlemesi, sözleri, yorumu. Dört dörtlük. 

Tuesday 12 June 2012

Hüzzam

Günümün boş zamanlarını müzik dinleyerek ama sadece ona konsantre olup dinleyerek geçiren biri olarak zaman zaman çeşitli enstrümanlara tek başına kulak veriyorum. Bir dönem bas gitar, sonra piyano, şimdi de yeni bir hastalık musallat oldu: Ud.
Her birini şarkılarda tek tek dinlemenin ayrı tadı var. Tavsiye ederim. Ama 'ud'u diğerlerinden ayıran bir özellik var. Bence ud hüzzam makamını en iyi karşılayan enstrüman. Hüzzam'a kelime karşılığı ud bile yazılabilir o derece.
ilk örnek 'Leyla ile Mecnun' dizisinin müziklerinden, Mehmet Erdem imzalı. İkincisi ise Anouar Brahem ismiyle ötediyarlarda tanınsa da buralardaki adı Enver İbrahim'e denk gelen kişiye ait. Sonuncusu ise gelmiş geçmiş en büyük seslerden Ümmü Gülsüm'ün bir şarkısını udla çalan bir virtüöze ait. İsim vermiyorum. 

Mehmet Erdem

  

Enver İbrahim

  

İsimsiz kahraman