Friday 10 October 2008

- Niye Çattın Kaşlarını -

Hıncal Uluç, ben gözümü açtığımdan beri hayatımda. Yazılarını kitaplarını okur, programlarını izlerim. Kendisi bi programda hatırladığım kadarıyla, gençliğinde mahalledeki arkadaşlarına voleybolu ve basketbolu tanıttığını fakat onu hep geçtiklerini ve bir süre sonra onu aralarına almamaya bile başladıklarını anlatmıştı. Oynamayı bilmediğini ama fileyi, potayı kendisinin diktiğini söylemişti. Modadan, spordan, siyasetten, sanattan kısacası herşeyden anlayan bir adam. Zülfü Livaneli'nin, uygulama evresine geçiş yapamayan bir türü yani...

Fakat tüm bu birikime bilince rağmen özel hayatındaki olumsuzluklardan mıdır yoksa yaşlılığın getirdiği bi huysuzluk mudur bilemem, çatık kaşlar, herşeye bir tepki, karamsar bi yaklaşım içimi bayan.. Bir de bunu yaparken programın ismine uysun diye galiba, iyice kanıksayalım diye her lafın arasına 90 dk. ara verip beni biraz daha fazla gerer. Ülkemize gelmiş, dilimizi yeni öğrenmiş bir futbolseverin onun Galatasaraylı olduğunu anlaması mümkün değil.

Herşey mi kötü gider bu klüplerde? Kimse başarılı değil mi? Yenilse bi takım ilk o gider elinde kılıçla kafa kesmeye, takım maçı aldı diyelim, bu sefer kaçan golleri anlatır bize. "Dört büyüklerden başkası yenemez. Aleyhte bir sonuç varsa dört büyükler yenilmiştir." mantalitesinin esir aldığı bir başka tekel medya neferi olması da cabası...

Burdan kendisine sesleniyorum. Bundan sonra bari daha bi gülümser ol mankenlerin yanında olduğun gibi. Tavrından düşüncelerinden ödün vermeni istemek illaki yanlış ama, Allah uzun ömür versin, hangi dede sana daha yakın? Herkesin sevdiği Noel baba gülüşlü Süleymen Seba mı, efsane fakat suratsız Luis Aragonés mi?

No comments: