Monday, 12 November 2012

Bu ülkede 'grev' vardır...


Geçen hafta içerisinde çalıştığım iş yerinde ufak çapta tartışmalar peşi sıra birbirini izlerken yanımdaki kişi "Neler oluyor" şeklinde soru sorduğunda "Hiç birimiz burada mutlu değiliz" cevabını vermiştim ona. Kastettiğim çalışma ortamımızdı ama bunu ülke sathına yaymamız da mümkün.
Herhangi bir İzlandalının ömrü boyunca göremeyeceği gerginliği, aksiyonu biz bir saat içerisinde yaşıyoruz. Her günümüz bir öncekini aratır oldu...
Bunlar bilinen şeyler ve kanıksadık zaten. Artık bize ters gelen bir şey yok, hiçbir şeye şaşırmıyoruz ve ilgimiz de yok. Eskiden bazı haberler için oturur düşünürdük, şimdi o habere bakmayabiliyoruz bile. Yine her alanda kullanılabilecek bir alıntıyı dillendireyim burada. Duayen görsel tasarımcı Bülent Erkmen'in tasarım için kullandığı bir söz vardır: Çok bağıran tasarım bir süre sonra duyulmaz olur.
Gündem yoğunluğu bizi de kayıtsız hale getirdi sonunda. Suni tepkilerle twitter, facebook, blog üzerinden iki kelime edip işimize geri dönüyoruz.
Ama insanlar da ölüyor bir yandan. Yönetimden memnun olmayan kişiler seslerini duyurmak için ölüme yürüyorlar. Fakat yönetim de 'fazla tepki' nedeniyle artık duymaz olmuş. Hangi biriyle uğraşsınlar ki! Aldıkları her kararla ülkede 'kuru kalabalık' olan bizleri yok sayıyorlar. Hiçbir şey bize sorulmuyor. Evin salonunu değiştirir gibi şehrin en önemli meydanını değiştiriyorlar. Bir sabah uyandığımızda yeni salonla karşı karşıya kalır gibi yeni meydanlarımızı görüyoruz...
Ölmek üzere olan insanlara ise değinmiyorlar bile. Açlık grevi yapanlar günden güne 'ebedi istirahatgahlarına' doğru yol alırken onların yolunu kesecek adımlar atılmıyor.
İdam cezası olmayan bir ülkede herhangi bir suç nedeniyle bir insanın hayatından olmasını kabul edebilir miyiz? Bu soruya cevabımız hayır ise bizi yönetenlerin adım atmasını beklemek hakkımız. Ama maalesef yöneticiler 'İdam cezası geri gelmeli' minvalinde sözler sarfediyorlar. Kötü günler yakında galiba...



Televizyon tarihinin en sıradışı yapımlarından biri olan ve altmetninde verdiği mesajlarla 'ufuk açan' South Park isimli çizgi filmden bir sahne aktarayım (South Park'ın altmetin zenginliğine bir örnek vereyim. Böyle zengin gönderme içeren film çekemiyoruz, bırakın diziyi). Hatırlarsınız 'milenyum' yaklaşırken, o tarihte kıyametin kopacağını düşünen bir intihar tarikatı vardı. Ve onlar toplu halde 'kıyameti yaşamadan önce intihar etmeyi' planlıyorlardı (Bölümü bulunca ekleyeceğim). Bir evde yüz kişi kadar toplanan bu tarikat South Park'ın bir bölümüne konu olmuştu. Evde toplanan kitlenin etrafını polis sarmıştı. ABD polisi dışarıdan yaptığı anonsta şu ifadeyi kullanıyordu: "Hiçbirinizin intihar etmesine izin vermeyeceğiz, hepinizi öldürmemiz gerekse bile!"




Bu sahne diziyi izlerken eğlenceli ancak gerçek hayatta acıtıyor. Buradan 'Bu ülkede grev vardır' diye tanımlayacağımız 'Cennet Vatan'a getireyim sözü. Galiba bizim siyasetçiler bu bölümdeki polis rolüne soyunuyorlar: Hiçbirinizin açlık grevi yaparak ölmesine izin vermeyeceğiz, hepinizi 'hayata dönüş'le öldürmemiz gerekse bile...

No comments: