Sunday, 16 September 2012

Ölmeye, ölmeye, ölmeye mi geldik?


Sevdiğiniz bir işle uğraşıyorsanız gününüzün önemli bir kısmını hatta uyku haricindeki bölümünü direkt ya da dolaylı olarak o işle geçiriyorsunuz.
O konu hakkında çevrenizde olan bitene karşı daha bir 'farkındalık' içerisinde oluyor hemen tepki veriyorsunuz. Sürekli alıcılarınız açık oluyor. 
Hal böyle olunca emekli olmadan yaşama veda ettiyseniz ve sevdiğiniz işle meşgulseniz bir anlamda sevdiğiniz işi yaparken ölmüş oluyorsunuz.
Onun dışında tabii ki mesela bir savaş muhabiriyseniz olay mahallinde hayatınızı yitirmeniz de olası. Bir aktör olarak sette kaza sonucu, tiyatrocu olarak sahnede kalp yetmezliğinden, ya da futbolcu olarak kalp krizinden de terki diyar eyleyebilirsiniz. 
Nereden çıktı bu giriş peki? Geçen hafta açıklanan rapor sonucu 23 yıllık mücadelede önemli bir adım atılan Hillsborough Faciası sonrası kafama takıldı bu konu. Büyük trajedide 96 kişi hayatını kaybetmişti. Tam liste burada. En küçüğü 10 yaşındaki Jon-Paul Gilhooley, en büyüğü ise 67 yaşındaki Gerard Bernard Patrick Baron... Yaş ortalaması 'ortasındayız ömrün' denemeyecek düzeyde. Ama her ölüm erkendir sonuçta. Ben 'Şimdi ölmek ister misin' sorusuna hayatının hiçbir döneminde 'Tamam' diyecek insan olduğunu sanmıyorum. İntihar konusuna girmeyelim. 
Neyse dallanıp budaklanmayalım yine. Konuya girelim sonunda: Hillsborough faciasında ölenlerin belli kısmı -mesela 40 yaş üstü diyelim- Liverpool taraftarlığını bir meslekmişçesine icra ediyorlardı. Takımı Anfield ya da deplasman farketmeksizin desteklemek, armanın peşinden koşmak onlar için bir yaşam tarzıydı.
Federasyon Kupası yarı finalinde Nottingham Forest önünde takımlarını desteklemek 'You'll never walk alone'u söylemek için yerlerini almışlardı tribünlerde ya da alıyorlardı. Sonrasında olanlar oldu. 
Bu hafta o soru geldi aklıma işte. Türkiye'de 'fanatik taraftarlık' tavrının klasik söylemidir: Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik!  
İngilizlerde bu kültür olduğunu sanmıyorum elbette ama acaba trajedide ölenler arasında hiç günün birinde çok sevdiği Liverpool'un peşinden koşarken hayatını kaybedeceğini düşünen olmuş mudur?
Cevabı hiçbir zaman bilinemeyecek sorular arasında yerini alsın bu da...

Günün şarkısı da Pinhani'den gelsin. Şarkının adı İstanbul'da ve benim için grubun en iyi şarkısı. 


Her İstanbullu bu soruyu zaman zaman kendine sorar ya da bu ruh haline girer: "İstanbul'da kimim var, kimin için bu toz duman? İstanbul'da neyim var, ne kaldı ki kalabalıktan?"

No comments: