Monday, 26 December 2011

Fairuz vs. Nilüfer


Hazıra konma kelimesine karşılık olarak bir dönemin Türkçe şarkılarındaki 'aranjman'ları rahatlıkla verebiliriz. Zira 'üretme' eylemini bir kenara bırakıp 'intihal' konusunda epeyi yol katetmişiz o sırada. Ama o zamanlar 'iyi müzik'i kaynağından bulup çıkarıyorlarmış en azından şimdiki gibi sırtımızı Ege'ye yaslamamışız.
Son olarak nazarımdaki en iyi yorumculardan Nilüfer'in 'külliyat'ını tekrar hatmederken fark ettim az sonra paylaşacağım iki şarkının benzerliğini. Sözkonusu albümün kartoneti elimde yok tabii ki ama illa ki belirtmişlerdir orijinalinin kime ait olduğunu. Asıl şaşırdığım nokta ben nasıl yıllarca bu şarkının özünü bilip de Nilüfer'in yorumuna uyanamamışım. Yazık ki ne yazık! Ama olsun yıllarca Fairuz'dan (Firuze diyip geçmemeli ona da bir yazı yazmak elzem. Az sabahlamadım 'diva'nin şarkılarıyla) dinlemek de kayıp değil büyük kazançtır.
Nilüfer'in Türkçe aranjmanı son dönemdeki ruh halime de yakın aslında. Belki de bugüne kadar böyle dinlemediğim için uyanamadım. İyi dinlemeler.

Nilüfer-Neredesin nerde

Fairuz- Hela ya wesse (Arapça bilmediğim için İngilizcesine sadık kaldım maalesef)

Friday, 9 December 2011

1954-2011



Sócrates Brasileiro Sampaio de Souza Vieira de Oliveira 
19 Şubat 1954-4 Aralık 2011

John Lennon hayranıymış madem, nazarımdaki en güzel Beatles şarkısıyla uğurlamış olayım ben de Socrates'i. 
Eleanor Rigby

Monday, 10 October 2011

Alo Jose ben Ayşe...

"10 bin peşin daire sizin" Jose Mourinho
“Alooo Ayşe Hanım... Ben Sinpaş GYO Genel Müdür Yardımcısı Barış Ekinci... Mourinho röportajı yapmak ister misiniz?”

“Pardon, kim dediniz?”
“Mourinho, José Mourinho... Biliyorsunuzdur...”
Sessizlik...
Sessizlik devam ederken, içimden konuşuyorum:
Evet, biliyorumdur ama kimdi acaba?
Üzerine basa basa vurguladığına göre, önemli biri...
José... Sanki müzisyen ismi...
Ay ne fena, cehaletim ortaya çıkacak, İspanyol mu, Portekizli mi, Güney Amerikalı mı, kim bu adam...”
Alıntıladığım satırlar, Hürriyet gazetesi mülakatçısı ve köşe yazarı Ayşe Arman'ın gazetenin 9 Ekim 2011 tarihli pazar ekinde yayımlanan söyleşisinin giriş bölümünden bir kesit. Telefon görüşmesinden sonra Mourinho'yu televizyonda gördüğünü hatırlayan mülakatçımız arkadaşlarıyla görüşerek kendisine hazırlanan soruları alıp Madrid'in yolunu tutuyor. Burada biraraya geldiği fenomen teknik adamla da bir söyleşi yapıp mamulu önümüze koyuyor. Konu Jose Mourinho gibi bir futbol figürü olunca ortaya çıkan söyleşide insan bir şeyler arıyor ama nafile. İki tam sayfa olmasına rağmen 5 dakikada tüketilen ve bittikten sonra tek kelime dahi kazanç sağlamayan bir söyleşi ortaya çıkıyor. Bunu sorumlusunun Ayşe Arman olduğunu da sanmıyorum. Soruyu 'Halkla ilişkiler' faaliyeti peşinde koşan Sinpaş GYO Genel Müdür Yardımcısı'na yöneltmeli aslında.
Ha Jose Mourinho ile söyleşi nasıl mı yapılır? Burada kallavi bir örneği mevcut. Yüzümüz kızarmayacaksa ikisini okuyup gururla işte Türk basını diyebiliriz.

Tuesday, 4 October 2011

sdfjf!45dfkşl!!qrf+%+%hjg0+^^%şlkflşkdff

  1. Yorum İstanbul - Avrupa Yakası
  2. West Blocks - Avrupa Yakası
  3. Avrupa Konutları Atakent 3 - Avrupa Yakası
  4. Maximoon - Avrupa Yakası
  5. Merkez Kayaşehir - Avrupa Yakası
  6. Fuaye Süreyyapaşa - Anadolu Yakası
  7. Simplicity - Anadolu Yakası
  8. İstanbul Lounge - İstanbul Lounge 2 - Avrupa Yakası
  9. Bizimevler 4 - Avrupa Yakası
  10. Spradon Vadi - Avrupa Yakası
  11. Ataman Karina - Anadolu Yakası
  12. Batışehir - Avrupa Yakası
  13. Exen İstanbul - Anadolu Yakası
  14. Adapark - Anadolu Yakası
  15. İstWest - Avrupa Yakası
  16. Modakent - Anadolu Yakası
  17. Lagün - Anadolu Yakası
  18. İstanbul Sarayları - Avrupa Yakası
  19. Kelebekia Premium - Andolu Yakası
  20. Sarphan Finans Park - Anadolu Yakası
  21. Yedikule Konakları - Avrupa Yakası
  22. 1stanbul - Avrupa Yakası
  23. Dalga Kule - Anadolu Yakası
  24. Eston Deniz / Eston Şehir - Avrupa Yakası
  25. Varyap Meridian Ataşehir - Anadolu Yakası
2 Ekim Pazar günü Hürriyet Gazetesinde çıkan konut reklamları (Sadece ana gazete, ekler dahil değildir.)

Thursday, 18 August 2011

El-Rezilliko

Geçen sezonu Barselona yalamalığına gıcık olarak geçirmiştim. Bu yalamalık, gerçekten futbol’da çığır açan, sistemleri yeniden sorgulatan, yirmi – otuz yıl’da bir denk gelebilecek bir ekibe karşı bile sempati ile yaklaşmamı önlemişti. Bu yalamalığın biraz kırılması için son iki sezondur El-Clasico’larda Real’in tarafını tutmuştum. Bu, daha önce Barselona’yı desteklediğim anlamına gelmesin. Romario’lu, Stoichkov’lu, Laudrup’lu, Koeman’lı, Kappa formalı takım, çocukluğumun efsanesiydi. Ronaldo’lu, Zidane’lı, Roberto Carlos’lu, Raul’lu o efsane Real Madrid’i de çok sevmiştim. Gerçi o dönemde de Real Madrid yalakalığı vardı bu coğrafya’da. Uzun sözün kısası söz konusu iki takım olunca keskin çizgilerim yok, “iyi oynayan kazansın”cıyım. Yalama rüzgarı ne taraftan eserse, safımı hafiften ona göre kaydırırım.

İspanya Süper Kupası ikinci maçına da hafif Real Madrid’li bir çizgide başladım. Bu, geçen sezon bıraktığımız noktadan devam eden bir bakış açısı. İlerleyen günlerde Hamit’in ve Nuri’nin de takıma girebileceğini, Mesut’la beraber bu üçlünün, bu coğrafya’da Real’in daha fazla ilgiye mazhar olmasına, yalama rüzgarını arkasına almasına neden olacağını düşünüyorum. O zaman gelince duruma bakarız, safımızı değiştiririz. Dünkü maça Real Madrid iyi başlamıştı ama yine işi bitiren Barselona oldu. Bu ikilinin buluşmalarında hep Barselona’nın, Real Madrid’e oranla elinde daha fazla sermayesi olduğunu, gol atmak için sadece istemesinin yeterli olduğunu gözlemledim. Barselona, İşler sıkışınca biraz baskı kurup, golü bulabiliyor ve maçın genelinde de kendini çok fazla sıkmıyor. Dün maç 2-2’ye geldikten sonra Barselona’nın 3-2’yi bulacağını düşünüyordum ve öyle de oldu. Barselona oyuncuları; “dördüncü gol gerekse onu da atardık” izlenimi veriyor.

Bu yazı ve uzun girizgâh aslında skorun 3-2'ye gelmesinden sonra olanlar için yazıldı. Marcelo, yine kaybetmenin hırsıyla Fabregas’ın bacağını kırmaya -aslında ben bu hareketi tescilli kasaplar Pepe ve Khedira’dan beklerdim- teşebbüs etti. Ondan sonra saha karıştı. Arbedenin tekrarlarını izlerken özel insan! Joze Mourinho’nun Guardiola’nın yardımcısının kulağını çekmeye çalıştığını gördük. Mourinho bu hareketinin cevabını itilerek – kakılarak aldı. Sportmenlikten hiç nasibini almamış yüce şahsiyet muhtemelen maçtan sonra yine günlerce hakemi eleştirecek, basın toplantılarında Karanka’yı medyanın karşısına sürecek ama yine kendini hiç hatalı görmeyecek, yaptıklarından hiç ders almayacak. Gittiği her ülke’de basınla ve meslektaşlarıyla ters düşen, gereksiz polemikler yaşayan Mourinho, sportmenliğin, futbolun yüz karasıdır. Mourinho’nun saçtığı nefret tohumları oyuncularının pek çoğuna da sirayet etmiştir. Casillas, Kaka gibi gerçek sportmenler adına üzülüyorum.

Real Madrid yönetimi bence Real Madrid gibi bir kulübü, dünyanın gözü önünde bu kadar aciz durumlara düşüren Mourinho konusunda radikal bir adım atmalıdır. Bu hastalıklı sürece acil çözüm bulmalıdır. Bence görevine son verilmesi Mourinho’nun hayrına olacaktır. Yoksa kendisi her Barselona yenilgisinde ayrı bir rezillik çıkararak, Real Madrid’in prestijini aşağı çekmeye devam edecektir. Dört bir yanı Respect sloganlarıyla dolduran Uefa da Mourinho’nun cezasında indirime gideceğine, artırıma gitmelidir.

Barselona’yı ve hocası Pep Guardiola’yı tebrik ediyorum. Her seferinde, sadece futbol oynayarak, Mourinho’ya en güzel cevabı vermeyi başarıyorlar. Mourinho Real Madrid’den gidene kadar ben de Barselona’lıyım.

Friday, 15 July 2011

Copa America'ya bakış 1


Uzun süren sessizliğimizi yine bir futbol yazısıyla bitirelim. Copa America'da grup aşaması geride kaldı ve çeyrek finalistler belli oldu. Üç grupta oynanan 18 maçta 37 gol atıldı. Maç başında 2,05 gol ortalamasıyla kısır bir grup aşaması oldu. A ve C grubunda on'ar gol atılırken, B grubunda atılan 17 golün 12'si son maç gününde geldi. Çeyrek finaller öncesi naçizane gözüme takılan bazı şeyleri buraya not düşmek istedim.

-Son maçında Kosta Rika'yı 3-0 yenip, gruptan çıkmayı başaran Arjantin'de, Sergio Batista'nın ilk iki maçtaki kadro tercihlerini beğenmedim. Harika bir sezon geçiren Angel Di Maria, sadce son maçta ilk 11 oynadı. Keza Agüero da ilk 11'de forma bulmakta zorlandı. İlk iki maçta ilk 11 oynayan Lavezzi ise etkisizdi.

-B grubunda yer alan Paraguay'da, sol açık oynayan Marcelo Estigarribia'yı çok beğendim. Newell's Old Boys'da oynayan 23 yaşındaki oyuncu, kupa'dan sonra Avrupa'ya transfer yapabilir.

-Arjantin gibi Brezilya da ilk iki maçında zorlandı. Transferin yıldızı Neymar'ın bence daha çok olgunlaşması gerekecek. Henüz oyun bilgisi çok yetersiz. Ganso'yu çok beğendim. Uzun süredir bu kadar "inceci" bir oyuncu izlememiştim. Tam bir "Brezilyalı 10 numara". Gole çok yakın bir oyuncu değil, oyun içinde de fazla gözükmüyor ama tek dokunuşla arkadaşlarını pozisyona sokabilecek kadar yetenekli ve zeki.

-Peru elenseydi üzülecektim. İyi futbol oynadılar ve C grubunda üçüncü olup, en iyi iki üçüncü kontenjanından çeyrek finalist oldular. Peru'nun forvetlerinden Raul Ruidiaz'ı çok beğendim. 20 yaşındaki oyuncu, Universitario de Deportes takımı'nda oynuyor ve olağanüstü dripling yeteneğine sahip. Takip edilmesi gerekiyor.

Çeyrek final eşleşmeleri ve benim tahminlerim şöyle;

Thursday, 5 May 2011

Braga; kuzey Portekiz'den gelen yiğit

Bu sezon Avrupa Kupalarının yıldızı ne Barselona ne Real Madrid ne Manchester United ne de Porto. Portekiz takımlarının damga vurduğu kupa iki'de, finalde Porto ile eşleşen Braga, bu sezonun Avrupa'da parlayan yıldızı oldu.

Braga'nın hikayesi aslında hem uzun hem kısa. Çok gerilere gitmeden filmi 2008'den itibaren oynattığımızda tüm hikayeyi kolayca anlayabiliriz. Bizim tv'lerde yayınlanan yerli diziler gibi, neresinden başlarsan başla hikaye "anlaşılma garantili".

2008-2009 sezonu'nda Jorge Jesus yönetiminde İntertoto kupasından gelip, Uefa kupasında son 16 turu oynayan Braga, bir sonraki sezon bu başarının tesadüf olmadığını kanıtlayacaktı. Jorge Jesus Benfica'nın başına geçerken, Jesus'dan boşalan koltuğa da çiçeği burnunda hoca Domingos Paciencia oturuyordu. 2009-2010 sezonu tam anlamıyla Halef - Selef mücadelesi oldu. Selef rolü üstlenen Jorge Jesus Benfica'yı beş puan farkla Braga'nın önünde lig şampiyonluğuna taşıdı. Braga, koca sezonda ikinci basamaktan aşağı düşmedi. Kuzey Portekiz temsilcisi 18 hafta ilk basamakta kaldı, 12 hafta da ikinci sırada. İkincilik, Braga'nın lig tarihindeki en iyi derecesiydi.

Sırada Şampiyonlar Ligi vardı ve üçüncü elemede Celtic'i deviren Braga, play-off'ta da Sevilla'yı -hem de iki maçta da yenerek- saf dışı bırakıp, devler ligi gruplarına adını yazdırdı. Braga, H grubunda Shakhtar Donetsk ve Arsenal'in ardından üçüncü oldu, karnesine bir de Arsenal galibiyeti yazdırdı. Bu sırada Benfica da Şampiyonlar Ligi grubunda üçüncü oldu ve iki ekibin Avrupa kupası macerası kupa iki'ye taşındı.

Braga, kupa iki'de sırasıyla; Lech Poznan, Liverpool ve Dinamo Kiev'i eleyip yarı finalist oldu. Bu üç maçta dört gol atan Braga, kalesinde sadece ve sadece iki –rakamla 2- gol gördü. Bir Porto efsanesi, 1996 yılının Portekiz ligi gol kralı Domingos Paciencia'nın takımı Avrupa'ya, hatta Dünya'ya savunma dersi veriyordu. Bu esnada Jorge Jesus ve ekibi de önce Stuttgart'ı sonra Paris Saint Germain'i sonra da Psv'yi eleyip, yarı finalde Braga'nın rakibi oldu. Benfica bu üç tur'da 13 gol atıp, altı gol yedi ve Braga'nın tam tersi bir görüntü çizdi.

Peki Avrupa Kupalarında bunlar olurken lig'de neler yaşanıyordu? Avrupa kupasında bu kadar çok maç oynamaya alışık olmayan Braga, lig'de sıkıntılı günler geçirdi ve bir ara onuncu sıraya kadar geriledi. Benfica ise uzun süre lider Porto'yu takip etti ama Porto'nun puan kaybetmeye niyeti olmadığını görünce her geçen hafta teslim bayrağını biraz daha yukarı çekti.

Ve Avrupa Ligi'nde beklenen buluşma geldi çattı. İlk maçın evsahibi Benfica'ydı ve 2-1 kazanıp, rövanş için az da olsa bir avantaj yakaladı. Çünkü şimdi Braga gol atmak zorundaydı ve bu, oyun anlayışı kontra ataklar üzerine kurulu Braga için sıkıntılı bir durumdu. Ama rövanşta Braga golü erken buldu ve roller değişti. Artık Braga en iyi yaptığı şeyi yapmaya çalışacaktı: savunma. Aslında Benfica da öyle. Onların gücü hücum futbolundan geliyordu. Ama Halef, bu sefer Selef'ten rövanşı aldı. Maç 1-0 bitti ve tabiri caizse Avrupa Kupalarının çömezi Braga adını finale yazdırdı.

Finalde rakip, Braga'nın bir başka yakın tanıdığı Porto olacak. Braga kupayı alır ya da almaz ama bu sezon Avrupa kupalarında "gönüllerin şampiyonu" oldu bile. Lig'de ne mi oldu? Onuncu sırada, sıkıntılar içinde bıraktığımız Braga üçüncü sıraya kadar yükselmeyi başardı ve seneye Avrupa Ligi'ne play-off turu'ndan başlamayı garantiledi. "En heyecanlı yeri" 2008'de başlayan Braga hikayesi bakalım nasıl devam edecek?

Saturday, 30 April 2011

TBMM Koşusu Kupası sahibini buluyor

Yarışçılığımızın önemli koşularından Türkiye Büyük Millet Meclisi Koşusu, bugün Ankara 75.Yıl Hipodromu’nda yapılacak. Saat 16.30’da başlayacak yarışta dört ve yukarı yaşlı 18 Arap Atı start alacak. 1600 metre çim pistte yapılacak kupalı koşunun birincilik ikramiyesi 400 bin TL.

Türkiye’de 2010 yılının en iyi Arap Atı seçilen Hayatım, geçen yıl Cumhuriyet Koşusunu kazanan Gelibolu, 2009 yılı Cumhuriyet Koşusu galibi Özhaber, 2010 yılı Hatay ve Haralar koşularını kazanan Onurkaan ve 2009 yılı Veliefendi Koşusu birincisi Uçanbey büyük yarışın favorilerinden.

TBMM Koşusu, safkan Arap atlarının Triple Crown yapabilmesi için kazanması gereken yarışlardan ilki. Bu koşuyu kazanan at, 22 Temmuz Cuma günü Niğbolu ve 16 Eylül Cuma günü Veliefendi koşusunu da kazanırsa, Triple Crown yapıp tarihe geçecek ve sahibine de 500 bin TL özel ikramiye kazanıracak.

İlk kez 1959’da koşulan TBMM Koşusunu; Satvet ve Yavuzhan isimli safkanlar peş peşe üç kez kazanarak tarih yazmıştı. Bugün yarış programında, 2001 yılında TBMM koşusunu kazanan unutulmaz sprinter Odinhan’ın adının verildiği beş koşu da var.

Thursday, 3 March 2011

Hükümdar

"İnsanların teveccühü sayesinde hükümdar olmuş biri, onların dostluklarını kazanmak için çalışmak zorundadır. Bu, hükümdar için oldukça kolaydır; çünkü halkın istediği tek şey baskı altına alınmamaktır.
Halkın isteği dışında ve soyluların tevecchüne uygun olarak hükümdarlığı gelmiş olan biri, her şeyden önce halkın güvenini kazanmalıdır. Halkı himayesine almak suretiyle bunu gerçekleştirmesi oldukça kolaydır. İnsanlar, fenalık umdukları kimseden iyilik gördükleri zaman bu iyiliği yapana karşı daha çok minnet duyarlar..."
"Hükümdar için halkın dostluğunu kazanmak, en temel husustur. Aksi takdirde, zor anlarda bir çare bulması imkansızdır."
Niccolo Machiavelli, Hükümdar (Il Principe) 

Wednesday, 23 February 2011

adama böyle özür diletirler!!

Hürriyet'teki köşesinde pek çok kez Alex'e hakaret boyutunda eleştiriler yapan Altan Tanrıkulu, 4-2 biten Beşiktaş maçından sonra yazdığı yazının başlığında Alex'ten özür diledi.

Bu blog'da Tanrıkulu'nun saçma sapan yazılarından alıntı yapıp, öne sürdüğü fikirlerin saçmalığını, tutarsızlığını anlatmaya çalıştım. O ise sürekli saçmalamakta ısrar etti, bir halttan anlamadan yazılar yazmaya devam etti. Alex'li Fener maç kazandıkça, hırsından, sinirinden ve utancından iyice saçmaladı. Beşiktaş maçından sonra Alex'den özür dileyen bir yazı yazdı. O yazıyı okuyunca, Tanrıkulu'nun Alex takıntısından hiç bir zaman kurtulamayacağını, bu ikilimde bocalayıp duracağını bir kez daha anladım. Yazıda şöyle komedi bir cümle var; Tanrıkulu Alex'e diyor ki: "
Deparı zayıf, fiziki yönü zayıf, üst düzey rakipler karşısında çabuk oyundan düşen bir futbolcusun". Komedi'nin böylesi görülmedi! O zaman Messi'ye de, Ronaldo'ya da derler ki kardeşim senin de kaleciliğin çok kötü. Volkan Demirel'e de sende hiç son vuruş yok derler.. Bir futbolcunun bütün özelliklerinin tam olmasına imkan var mı? Böyle bir saçmalık olabilir mi? olur tabii, Altan Tanrıkulu yazarsa her türlü saçmalık beklenir.. Aşağıda Tanrıkulu'nun eski yazılarından alıntıladığım bölümler var. Ben o yazılanları unutmadım. Bugün kendisi çıkmış özür diliyor ama özür dileyecek şeyler yazmadan önce, bu camia'nın gelmiş geçmiş en değerli insanlarından birine hakaret ve itham'da bulunmadan önce düşünecekti. Ben yazılanları unutmadım ve unutmayacağım. Tanrıkulu bu çelişkinin içinde daha çok saçmalayacak. Neler yazmıştı, Alex'i nelerle itham etmişti?
  • Cahil taraftarın kahramanı Alex'in 90 dakikalık oyuncu olmadığını kabullenemediler.
  • Aylardır frikikten gol atamadığı halde ve takım içinde bunu daha iyi yapan arkadaşları varken çok kritik frikikleri o kullandı.
  • KİMSE bana bugün Alex'in yaptıklarını, attıklarını anlatmasın.. Ben onların kitabını, Fenerbahçe tarihini yazdım..
  • Elano, Diego, J.Baptista gibi isimlerin neden Brezilya Milli Takımı'nda oynadıklarını ama Alex'in alınmadığını açıklasın..
  • Bu takımın çok iyi sprinter ve asist özelliği yüksek bir forvetle, bitirici bir santrfor arkasında Emre'yi, Özer'i oynatsa ne olacağını bırakın başkalarını, Fenerbahçe kaptanı Alex anlatsın..
  • Alex için, Fenerbahçe kaptanı için kendisinin imza atması, kendisinin ilk onbirde olması, kendisi varken maç kazanılması, gol atması, asist yapması daha önemli, kimse kusura bakmasın..
  • Alex, Alex'e saygı duyuyorsa, kaptanlık bandını takacak kadar Fenerbahçeliliği özümsemişse, Daum'a gidip, “Beni ikinci yarı kullan” demeliydi.
  • Artık ayakları beyninin her isteğini yerine getiremiyor.
  • Takımın kilit oyuncusu Alex yaşlı ve temposuz.
  • Kaptanlık, sözleşme yenilenme zamanında kulüp üzerinde baskı kurmak değildir.. Herkesten fazla para almaya çalışmak değildir.. Hakemlere işini öğretmeye kalkmak değildir. Takım yenilirken soyunma odasına giderek teknik direktörü protesto etmek değildir..
  • kaptan Alex, kulüp üzerinde baskı kurup imza attın..
  • "Alex çok ağır.. Önüne atılan toplara koşarken, 5 metre arkasından gelen rakip topu ondan alıyor..

Monday, 21 February 2011

OHA!

Ntvspor.net yine şov yapmış.. İtalyan Ranieri'yi Arjantinli yapmış! Vay be!

Saturday, 5 February 2011

Ucube

Şu sıralar televizyon'da sıkça dönen Türk Telekom Arena reklamı bir facia. Cem Yılmaz'lı olanı değil Spartaküs apartması olandan bahsediyorum. Hani gladyatörler korku içinde demir parmaklıkların ardından çıkacak aslanı bekliyor da çıka çıka ne idüğü belirsiz bir yaratık, bir hilkat garibesi çıkıyor ya. Elinde bir mızrak olduğu görülen ucube'nin içindeki mor kıyafet dikkat çekiyor, üstünde de seksi deri giysiler var. Ne bulduysa takmış takıştırmış, altın kemerler-kolyeler göz kamaştırıyor. Kolları ve bacakları insan kolu-bacağı olan bizim garip yaratık etrafı süzdükten sonra bir atlet çevikliğiyle elindeki mızrağı ileri fırlatıyor. Bu sırada kamera stadyumun dışını kesiyor, sonra da mızrağı uzaya kadar takip ediyor... Gladyatörler korku içinde olacakları beklerken, mızrak geri geliyor atıldığı yere. Bizimki aynı çeviklikle havada yakaladığı mızrağı toprağa saplıyor, etraf yeşeriyor, stadyuma bahar geliyor, gladyatörler toz oluyor falan.. Büyük merak içindeyim; bu reklamı yapan arkadaşlar, bu "sözde aslan" ucube'yi meydana getirenler ortaya çıkan şeyi hiç izlemediler mi? Bu çirkin, bu garip yaratığı kim, ne düşünerek yarattı? Ancak art niyetli birileri bir aslanı uğraşıp bu kadar çirkin, garip bir yaratık haline sokabilir. Bildiğimiz, dört ayaklı ormanlar krali aslanın nesini beğenmediniz de dalga geçer gibi, bu hilkat garibesini koskoca Galatasaray'ın simgesi olarak insanların gözüne sokuyorsunuz.

Wednesday, 19 January 2011

fotoğrafta son nokta.

Yobo'nun fotoğrafı yaratıcılık sınırlarını zorluyor. Fotoğrafı çeken arkadaşı tebrik ediyorum. Yobo bize bir şey anlatmak istiyor...